Rizeli yaşlılardan sürekli kendisine dair hatıralarını dinlediğim, Türk siyasetinin renkli kişisi Ahmet Tevfik İleri'nin adı, Rize'de, okullarda ve caddelerde yaşatılıyor. Bunlar 1945 yılında kurulan Rize Tevfik İleri Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi ile Tevfik İleri Anadolu Lisesi ve Rize'nin en işlek caddelerinden biri olan Tevfik İleri Caddesi'dir.
DUVARDA HEMŞİN FOTOĞRAFLARI YÜREKTE HEMŞİN SEVDASI
12 Mayıs 207 tarihinde babası gibi memleket sevdalısı olan Cahit İleri'yi ziyaret etmiş, kendisinden babasını uzun uzun dinlemiştim. Kapısında karayemiş ağacı bulunan evinin duvarlarında Hemşin fotoğrafları, yüreğinde hep bir Hemşin özlemi var. Anlattıklarıyla bizi 1950'li yıllara götüren İleri, büyük sürprizi sona saklıyor, söyleşinin sonunda babası Tevfik İleri'nin orijinal ses kayıtlarını dinletiyordu. Tevfik İleri'nin sesi berrak hitabeti ile dinleyenlere güven veriyordu. Şimdi aramızda olmayan Cahit İleri ile yapmış olduğum bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum.
İMAMOĞULLARI AİLESİ'NDE AHMET TEVFİK BEY
Söze babanız Tevfik İleri ve ailenizden başlayalım dilerseniz… Babam, Hafız Celal Efendi ve Fatma Hanım'ın evladı olup 1912'de Rize-Hemşin'de doğdu. Ailemiz "İmamoğulları" ismi ile bilinmektedir. Babamın doğumundan birkaç yıl sonra aile İstanbul'a göçtü. Babam, ilk ve orta öğrenimini İstanbul'da dedesinin yanında tamamladı. Gelenbevi Ortaokulu'nu bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi'ne girdi. Talebeliğinin son senesinde Milli Türk Talebe Birliği'nin başkanlığına seçildi. 1933 yılında mezun oldu.
MİLLİ RUH HAREKETE GEÇERDİ
Kendisinin Milli Türk Talebe Birliği'nde öncü çalışmalar yaptığını öğrendik. Nedir bunlar? Evet, kendisinin önderliğinde MTTB milliyetçi bir heyecanla birçok konuya el attı ve yayın yaptı. İstiklal Marşı çalınırken ayağa kalkılması, toplu olarak Çanakkale Şehitliği'nin ziyareti, 16 Mart şehitlerinin anılması gibi bazı gelenekler o zaman başlatıldı. Bir yabancı şirkette Türkçeye hakaret edilmesini ve Bulgaristan'da Türk mezarlığına saldırıda bulunulmasını protesto etmek üzere düzenlenen ve halkın da büyük ölçüde katıldığı iki büyük gençlik mitingi düzenlendi. O tarihlerde bunlar alışık olunmayan organizasyonlardı. Mezuniyetten sonra yurdun muhtelif yerlerinde hizmette bulundu. Erzurum'da 1933-37 arasında karayolları kontrol mühendisliği, 1937'den 1942'ye kadar Çanakkale'de, 1942'den 1950'ye kadar da Samsun'da bayındırlık müdürlüğü yaptı. Samsun'da Karayolları 7. Bölge'nin de ilk müdürüdür.
YETER SÖZ MİLLETİNDİR
Derken siyasete giriyor… 1950 de "Yeter! Söz Milletindir" sloganı etrafında örgütlenen ve seçimleri kazanan Demokrat Parti'den Samsun Milletvekili seçilerek meclise girdi.
Babam, vekilliğin hemen akabinde uzun süre bakanlık yapan ender kişilerdendir. Meclisin aktif bir üyesi olarak çalıştı. İlk DP hükümetinde Ulaştırma Bakanı olarak yer aldı. Kısa bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi (1950-53). Bunların dışında Meclis Başkan Vekilliği (1953-55), ikinci kez Milli Eğitim Bakanlığı (1957), Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı (1957-58), Bayındırlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakan Vekilliği (1958-60) yaptı. Bakanlıkları boyunca çok önemli çalışmalarda bulundu. Milli Eğitim Bakanlığı çerçevesindeki hizmetlerinin iki adet yüksek lisans tezi çalışmasına konu olduğunu memnuniyetle kaydediyorum. İz bırakmış bakanlardandır. Atatürk ve Ortadoğu Üniversiteleri'nin açılışı, ilk ve ortaokullarda din dersleri düzenlemesi, din adamı yetiştirmek üzere imam hatip liselerinin, Yüksek İslam Enstitüleri'nin başlatılması ve birçok tenkide maruz kalan Köy Enstitüleri'nin Öğretmen Okulları'na dönüştürülmesi onun döneminde gerçekleşmiştir. Yüksek Öğretmen Okulları'nın açılması konularındaki hizmetlerini anıyorum. Bayındırlık Bakanı olarak da Demokrat Parti'nin kalkınma hamlesine katkı sağladı. İlk Boğaz Köprüsü onun bakanlığı zamanında ihale seviyesine kadar geldi ama 27 Mayıs darbesi nedeniyle ancak 10 yıl sonra gerçekleştirilebildi.
ÖLÜM BELKİ DE KURTULUŞTUR
1960 sonrası 27 Mayıs ihtilal süreci? 27 Mayıs 1960 yılında yapılan darbenin ardından diğer arkadaşları gibi İleri de Yassıada Mahkemesi'nde yargılandı. Savunmasını, 'Ölüm belki de kurtuluştur. Memleketin huzuru benim ölümüme ve hapishanelerde çürümeme bağlıysa kararınızı böyle verin. Memleketimin hayrı için buna da razıyım.' sözleriyle bitirdi. Bu göstermelik mahkemedeki duruşunu savunması sırasında söylediği şu sözleri belirliyor: "Başsavcı başımızla oynamaktan hoşlanıyor. Varsın oynasın. Onun peşinde değiliz ama şeref ve namusumuzla oynamasına asla müsaade etmeyeceğiz. Son nefesimizde dahi namuslu olduğumuzu iddia ve ispat edeceğiz." Ömür boyu hapis cezasıyla Kayseri Bölge Cezaevi'ne yollandı. Burada hastalanması üzerine Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı. 31 Aralık 1961'de vefat etti.
KAFASI, GÖNLÜ MEMLEKET İÇİN ÇALIŞMIŞ
Babanızla ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşmanızı istesek… Babam beni cumhuriyetimizin ilk Maarif Vekilleri'nden Mustafa Necati Bey için yapılan anma toplantısına götürmüştü. Tarihine baktım, 1955, babamın görevi Meclis Başkan Vekilliği. Ben de 10 yaşındayım. Herhalde gerçekten Mustafa Necati Bey'in hizmetlerini anlayıp öğrenmem için değil, bana vermek istediği terbiyenin bir parçası olarak götürmüştü. O toplantıda yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "Kafası ve gönlü memleket ve millet için çalışmış, yıpranmış ve çile çekmiş büyük insanları anmak bir kadirşinaslıktır." Babam da zaman zaman çeşitli toplantılarda anılıyor. Türkiye'nin çeşitli yerlerine isminin verildiği okul ve caddeler var. Bu yıl da Rize'de isminin verildiği çok güzel bir okul ile Milli Eğitim Bakanlığı'nda bir toplantı salonu açılışı yapıldı. Ona bu kadirşinaslığı gösterenlere de zamanı gelince aynı kadirşinaslık gösterilir kanaati ve duasındayım.
BABAM HAYATIN ODAK NOKTASIYDI
Bir evlat olarak O'nun kişilik özelliklerini nasıl tanımlarsınız? Rahmetli babamı evimizde son olarak gördüğüm zaman 15 yaşındaydım. Takip eden yaklaşık bir buçuk yıl içinde babam, ulaşılamayan ve kendisinden ancak elli kelime ile sınırlı, sansürlü mektuplar alınabilen bir tutsaktı. Bu haliyle de sadece annem, ablalarım ve benim için değil bütün akraba ve aile dostları için hayatın odak noktasıydı. Onu ancak hastanedeki son günlerinde, o da ateşler içinde zayıf ve hasta olarak her gün görebildim. Kendi aramızda ailemize "demokrat aile" derdik. Bunun babamın Demokrat Partili olmasıyla bir ilişkisi yoktu. Bizde, en küçükleri ben dahil olmak üzere, herkesin fikrini oluşturma ve söz söyleme hakkı vardı. Bana öyle geliyor ki sanki aile işlerinde oy verme hakkımız vardı. Tabii ailenin her işinin böyle oylandığını zannetmiyorum, fakat verilen his o idi. Çocuk değil adam muamelesi görürdük. Oturduğumuz ev üç oda bir salondu. Odalardan biri, içinde babamın kütüphanesi ve yazı masasının da bulunduğu bir çalışma odası idi. En küçük, fakat konum itibariyle en güzel oda buydu. Benim yaşım biraz ilerleyip ablalarımla beraber yattığım odadan ayrılmam gerekince orası benim odam oldu. Babam zaten pek evde bulunmazdı, ama ara sıra o odaya girmek isterdi. Artık oda benim olduğuna göre önce "Oğlum, müsaade eder misin biraz odanda oturayım" derdi. Babamın ailemiz içindeki durumunu benden iki yaş büyük ablam Ayşe, seneler önceki bir gazete röportajında bence çok güzel özetlemiş. Ondan bazı bölümler alıyorum: "Ondan korkmazdık. Onu gücendirmekten ve saygısını kaybetmekten korkardık. Onun bizi beğenmesi, bizimle iftihar etmesi çok önemliydi bizim için. Ve bizimle birlikte olduğu anlarda bizi öylesine doldururdu ki, diğer zamanlarda da bu bize yeterdi.
ÜLKE SEVGİSİNİ BİZE AŞILADI
Bir gün üç çocuğunu bir araya topladı ve ‘ar' ve ‘haya' kelimelerini izah etti. Bunu nasıl yaptığını şimdi hatırlayamıyorum ama, fikirleri içimize yerleşti ve hayatımıza yön verdi. Çocuklarına çok düşkündü, ama annemizin yeri başkaydı. Eve geldiği zaman annemi muhakkak evde bulmak isterdi ve bulurdu da. Nadiren annemin evde olmadığı zaman neşesi kaçar, huzursuz olur; canı konuşmak bile istemezdi. Biz de bunu garip karşılamazdık, çünkü aralarında ne derin bir sevgi olduğunu bilirdik. Milliyetçilik duygularını ve vatan sevgisini ondan öğrendik. İçindeki büyük Türkiye ve Türk aşkını bizlere de aşıladı. Ve bizlere Türkiye'yi iyisiyle kötüsüyle sevmeyi, vatanımızı her şeyin üstünde tutmayı öğretti.Onun lügatinde ‘ben' yoktu. Bir olay eğer Türkiye lehine ise bu arada kendisinin zarara uğramasının, tenkit edilmesinin hiç önemi yoktu. Ulaştığı makamları, hizmet için bir vasıta olarak gördü. ‘Vekil olduğumu imza atarken hatırlıyorum' derdi. Aynı hisleri bizlere de aşıladığı için 27 Mayıs'a kadar, kim olduğumuzu gizlemeye çalıştık. Ancak ondan sonradır ki, iftiharla ve her fırsatta kimin çocukları olduğumuzu söyleyebildik."
YASSIADA'DA DİMDİK DURDU
Evimizde babam ve onun hayat, his ve düşünce ortağı annem tarafından öyle bir hava oluşturulmuştu. 27 Mayıs darbesinin ilk günlerinde, herhalde durumun fecaatini de tam olarak anlayamadığım için, babamı düşündüğüm kadar memleketimizde bir askeri darbe geriliğinin yaşanmasından dolayı utanç ve üzüntü duyduğumu ve durumun bir an önce normale dönüp Türkiye'nin kalkınma faaliyetlerinin yeniden başlayabilmesi için acele ettiğimi hatırlıyorum. Evet gençliğinden beri hayatı sert mücadeleler içinde geçmiş olan ve nihayet Yassıada'daki duruşmalar sırasında başı dik tutumu ile öne çıkan babam gerçekten hisleri yoğun yaşayan ve göz yaşlarına da her zaman hakim olamayan bir insandı. Benim hafızamda böyle iki olay yer etmiş. Biri radyodan naklen yayınını beraberce dinlediğimiz meşhur 3-1'lik Macaristan galibiyetimiz, biri de bize yüksek sesle sonradan Rahman suresi olduğunu anladığım bir Kur'an okuyuşu sırasında. "Erkek ağlamaz" sözünü beğenmez "insan olan ağlar" derdi.
HER ŞEYİ UNUTUP HEMŞİN'İ HATIRLADIM
Babanızın bu hareketli yaşamı içerisinde Hemşin nerede duruyordu? Hemşin hep bir özlemdi babam için. Yassıada'da tuttuğu günlükler hem bir döneme ışık tutuyor, hem de yargılanmaların seyri hakkında önemli bilgiler içeriyor. Ablam Cahide İleri (Aksoy) tarafından yayına hazırlanan günlüklerin 24 Haziran 1960 Cuma günkü sayfasında babam Hemşin'e olan özlemini şöyle dile getiriyor: "Bu sabah oldukça şiddetli yağmur yağıyor. Bu yağmurda İzzet (Akçal), Haluk'a Paşa'ya, Hemşin'i muhtelif cepheleriyle anlatıyor: "Hemşin ve Hemşin'de yaşamak birdenbire yüreğimde tüttü.
Kim bilir Allah neler nasip etmiş. Her şeyi unutup Hemşin'i zevkle hatırladım ve hissettim".
ANNEMDE SEVGİSİ HİÇ TÜKENMEDİ
Ya diğer kardeşleriniz? Annem (Vasfiye) ve babam 1933 yılında evlendiler. Biz üç kardeşiz. Cahide ve Ayşe adında iki ablam var. Cahide ablam inşaat yüksek mühendisi Ayhan Aksoy ile evli. Ayşe ablam da DTFC İngiliz Dili Bölümü mezunu. Onların üniversiteye girişleri 27 Mayıs Darbesi'nin hemen sonrasındaydı, evimizin hiçbir geliri yoktu. İkisi de tahsillerini yaparken bir yandan da çalışıp evimizin geçimini ve hatta benim tahsilimi sağladılar. Ben de inşaat yüksek mühendisiyim. Üçümüz de şimdi emekliyiz. Ailemizden bahsederken annemi de anmak isterim. Bir Hemşin kızı olan annemle babam, ailelerin uygun bulması ile evlenmiş ve sonrasında her açıdan birbirlerini tamamlayan, çok seven bir çift olmuşlar. Müştereken hem maddi hem manevi birçok zorluk geçirmişler. Babamın vefatı üzerinden 47 sene geçti ama o, annemin gönlünde hala dipdiri.
ÖRNEK DOSTLUK
Babanızın ardından yazılan yazılardan örnekler verir misiniz? Babamın ardından çok sayıda yazı yazıldı. Hemen hepsinde kendisinin millet sevgisi, kuvvetli imanı, dürüstlüğü, samimiyeti, sevgisi, yardımseverliği ve nihayet 27 Mayıs sonrası tutumu ile ilgili olarak yiğitliği öne çıkarılıyor. Babamın vefatından çok yıllar sonra, 1991'de büyük düşünür ve yazarlarımızdan Samiha Ayverdi Hanımefendi'nin bana şahsen yazdığı mektup benim için özel ve önemlidir. Bu vesileyle kendisini rahmetle anıyorum. Şöyle diyordu mektubunda: "İşte Tevfik İleri denen o berrak imanlı, milli ve tarihi bereketli hazine ile başlamış dostluğumuz, gerçekten ezel günü bereketlerinden olmalı idi ki, aksamadan, sürçmeden, yürüyüp gitti ve ölüm nedir bilmeyen ilahi kanunun buyruğu içinde gitmekte devam eylemek sırrını gösterdi, gösteriyor.
ERDEMLİ İNSAN
Son olarak şunu söyleyeyim, babam sevmiş, sevilmiş, kısa yaşamış fakat istediği yönde hizmet ederek yoğun yaşamış, erdemli ve erdemleri tanınmış, kabul edilmiş kıymetli bir insan. Kısa ömrünün son iki yılında maruz kaldığı zulmün, ahrette derecesinin yükselmesine vesile olduğuna inanıyorum. Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı, milletvekilliği, Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı, Bayındırlık Bakanlığı, TBMM Başkan Vekilliği görevlerinde bulunarak ülkemize büyük faydaları dokunan Hemşinli Ahmet Tevfik İleri'nin eşi Vasfiye İleri, 30 Ekim 2011 tarihinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
ÖNCE VATANI SEVECEĞİZ, SONRA BİRBİRİMİZİ
Ahmet Tevfik ve Vasfiye İleri yaşamlarını halkın mutluluğu üzerine inşa etmiş adeta tek atan iki yürektiler. Tevfik İleri, Çinçiva Lazaloğulları'ndan Derviş Efendi'nin kızı Vasfiye Hanım'ı Hemşin'in yaylasında görüp aşık oluyor, nişanlanıyorlar. O dönem Tevfik İleri, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuyor ve Türk Talebe Birliği'ne başkanlık ediyor. Tevfik ve Vasfiye çifti baş başa ilk konuşmalarını Sultanahmet Çeşmesi'nde yapıyorlar. Genç Tevfik'in; "Biz önce vatanımızı seveceğiz, sonra birbirimizi" deyişi Vasfiye Hanım tarafından hiç yadırganmıyor. İyi insanlar olacağız. Genç Tevfik nişanlıyken büyükbabasının izniyle Vasfiye Hanım'a yazdığı ilk mektubunda şunları söylüyor: "Seni, Sultanahmet Çeşmesi'nin parmaklıklarına yaslanmış Hemşin kızını yanımda hissediyorum. Yani sen benim sırasında annem, sırasında kardeşim, sırasında karım ve eşim olacaksın. Ben seni bütün bu hislerle seveceğim. Sen beni bu hislerle seveceksin. Yaa, böyle işte Hemşin kızı, böyle işte…" Başka bir mektubundaysa; "Her gittiğimiz yerde hürmet ve sevgi bulacağız, iyi insanlar olacağız," diyordu.
AYRILIK VUSLAT
Genç nişanlılar Tevfik İleri'nin karayolu müfettişi tayin edildiği Erzurum'da törensiz evlendiler. Tevfik İleri bu durumu daha sonra bir mektubunda şöyle dile getiriyor: "Canım Vasfiyem, sana beyazlar giydiremedim, sana düğün yapamadım.
Fakat inan ki, hiçbir koca ve hiçbir sevgili benim seni sevdiğim kadar sevemez". Vasfiye Hanım, 31 Aralık 1961 günü eşini başı dik ve gururla uğurlayışından yarım asır sonra 30 Ekim 2011 tarihinde Kocatepe Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedildi. Bu bir ayrılık değil vuslattı. Cahit Abi ise akciğer rahatsızlığı nedeniyle detavi gördüğü İstanbul'daki özel bir hastanede 8 Şubat 2017 tarihinde 72 yaşında aramızdan ayrıldı. Merhum Ahmet Tevfik İleri, Merhum Vasfiye İleri ve Merhum Cahit İleri'yi rahmetle anıyorum.