Ülke olarak en büyük gündemimiz sanırım malum zamlar oldu. Gün geçmiyor ki yeni bir zam haberi duyulmasın. Eskiden yaşlılarımız anlatırdı; geceden sabaha zamlar olurdu diye… Sanki bir anda eskiye döndük… Ne oldu yeni Türkiye'ye? Yapılan zamlar öyle bir hale geldi ki… Her gün yeni bir zam haberi alan vatandaşların psikolojisi bozuldu. Markete gittiğinizde 1 TL ile hiçbir şey alamıyorsunuz. Marketlerde gıda ürünlerine yapılan zamlar bir tarafa; elektrik, doğal gaz, akaryakıt, kömür, gübre, kira… Derken, gerçekten yazımızın başlığı gibi… Zama bile zam geldi. Birde bu zamların üstüne fırsatçıların kahpeliği eklenince… Olan mazlum vatandaşa oluyor. Her kriz yeni zenginleri var edermiş. Krizlerde, zenginler daha zengin… Fakirler daha fakir olurmuş. Parası olanlar dolar mı yoksa altın mı alayım mı, diye düşünürken… Dar gelirli vatandaş ise doların artışına bağlı olarak, iğneden, ipliğe zam gelen her ürünün artışıyla nasıl baş edeceğini kara kara düşünerek; ay sonunu getirmeye çalışmaktadır.
Dar gelirli vatandaş ay sonunu nasıl getireceğini düşünürken… Devleti yönetenler krizin her zamanki gibi teğet geçeceğini savunuyorlar. Şimdi yazacağım ifadeye lütfen gülmeyin. Çünkü bu teğet geçme meselesini enine boyuna anlatacağım sizlere. İşte o zaman güler misiniz, yoksa ağlar mısınız, karar sizindir. Dünyanın en ucuz akaryakıtının ülkemizde satıldığını ifade ediyorlar. Akaryakıt fiyatlarını döviz olarak Türk lirasına doğrudan çevirdiğimizde düz mantıkta matematiksel olarak söylenilen ifade doğruymuş gibi algılanıyor. Lakin o ülkelerde çalışanlara ödenen maaş miktarıyla, bizim ülkemizde ödenen maaşları karşılaştırdığımızda; ortaya dudak uçuklatan maaş farkları çıkmaktadır. Ülkemizde orta segmentteki bir otomobilin deposu neredeyse bin TL'ye dolar hale geldi. Basit bir hesap yapalım. Altı bin Türk lirası maaş alan bir devlet memuru, otomobilinin deposunu doldurabilmek için ortalama maaşının yüzde on yedisini vermek zorunda kalıyor. Şimdi bizim ülkemizdeki memur maaşları ve asgari ücret fiyatlarıyla, yabancı ülkelerdeki fiyatları karılaştıranlar; konuşurken hiç mi utanmıyorlar?
Maşallah ülkemiz vergi cenneti gibi… Araba almak istediğinizde, bir araba kendinize iki arabada devlete alıyorsunuz. Aldığınız arabanın deposunu doldurmaya gittiğinizde, bir depo kendinize iki depoda lüks makam arabalarına alıyorsunuz. Artan her kamusal maliyeti, adaletsiz vergilendirme sistemiyle, vatandaşın sırtına yüklerseniz tabiî ki kriz ülkeyi yönetenlere teğet geçer.
Ülkeyi yönetenlere teğet geçen bu kriz, tavandaşı ise delip içinden geçmektedir. Artan yaşam maliyetleri dar gelirli vatandaşları iyice kemer sıkar hale getirdi. Ay sonunu getirebilmek için matematiksel kurumların bile izah edemeyeceği çareler arayan vatandaşların yanında, devletimiz ve devletimizi yönetenler ise acaba kamusal lüks harcamalarda herhangi bir tasarruf tedbiri almayı düşünüyor mu?
Akaryakıt fiyatlarına gelen zamlardan konvoylar halinde gezen bürokrat ve siyasetçilerin haberi var mı? Acaba o lüks araçların depolarını kendileri doldursalardı, makam ve koruma araçlarının sayısında bir tasarrufa giderler miydi? Bu soruların cevabını eminim ki benim gibi sizlerde adınız gibi biliyorsunuz. Resulullah diyor ki; "Devlet malından bir hırka bile aşıran, savaşta ölse bile, şehit olmaz."
Şehit olarak dahi, kabul edilemeyecek kişiler kendilerini dava adamı olarak ilan ediyorlar. Doğru onların hepsi birer dava adamı. Lakin onların davası, milli mücadele için gözünü kırpmadan veren şehitlerle aynı değil. PKK ile mücadele eden şehitlerimizle de aynı dava değil. Merhum Başbakan Necmettin Erbakan'la, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu ile de aynı değil.
Onların davası rant davasıdır. İğneden ipliğe her kaleme gelen zamlarda umurlarında değil. Toplumdan kopuk yaşayan her siyasetçi, aslında kendi sonunu hazırlar. Bu hadiseye somut bir örnekte vermek istiyorum. Rize Millet Vekili Hayati Yazıcı; "bir demecinde vatandaş kendisine gelen elektrik faturasını ödemek zorundadır, diyor." Peki, sayın vekil belli ki sizin tuzunuz kuru, aynı ekonomik şartlarda olsaydınız, sizde bu gelen fahiş faturalara tepki gösterir miydiniz? Hiç soruyor musunuz aslında otuz günde bir okunması gereken sayaçlar, alt sınırı aşması için neden otuz beş günde bir okunuyor?
Gelen faturalarda abidik kubidik kalemler halinde neden vatandaş soyuluyor? Sosyal bir devlet vatandaşını korumalıdır. Zincir marketler geceden sabaha etiket değiştiriyor, sizlerse birçok siyasetçinin ortak olduğu bu zincir marketlere göstermelik denetimlerle komik cezalar kesiyorsunuz. Kesilen o ceza miktarını saatler içinde kazanıyor o marketler. Gerçekten samimiyseniz, kapatsanıza o marketleri… Ama kapatamazsınız, çünkü gizli ortaklıklarınız nedeniyle sizlerde zarar edersiniz. Sen gül vatandaş gül… Ağlanacak haline gül…
Bu ülkede paran kadar varsın… Paran kadar değer görürsün ve paran kadar konuşursun. Paran varsa, adalette emrindedir, sağlıkta emrindedir. Fodul bir iş adamının… Oh beya… Benzine zam geldi de, trafik rahatladı… İfadesi, sözün bittiği yer olsa gerek. Her şeye zam geldi de sanırım bir tek insanlığa zam gelmedi. Eskiden insanlar ekonomik olarak üç sınıfa ayrılıyordu. Yüksek gelirli, orta gelirli ve dar gelirli. Şimdi ise ya zenginsin ya da fakir. Ya da şöyle ifade edelim…
İçinde Allah korkusu varsa… Harama bulaşmadan, namuslu bir şekilde yaşamaya çalışırsın. Ama içinde Allah korkusu yoksa her şeyin bir ederi olduğunu düşünerek, her yol mubahtır anlayışıyla namussuzca yaşarsın. Ülkemizde artık dini değerler kültürel olarak yaşanır hale geldi. Yani sözde hepimiz Müslümansız. Lakin iş paraya gelince, o fırsatçılık yapanlar bir anda dini değerlerini unutuyorlar.
Ne diyordu Hz Ömer; "Bir kişinin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız; konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helal, haram gözetiyor mu, ona bakınız." Yani kısacası parayla olan ilişkisine bakınız diyor!