RİZELİ SAVCI YUSUF İZZET AKÇAL VE ŞAİR NAZIM HİKMET'İN BURSA CEZAEVİ HATIRALARI

RİZELİ SAVCI YUSUF İZZET AKÇAL VE ŞAİR NAZIM HİKMET

27 Ara­lık 1939 ta­ri­hin­de Er­zin­can'da 7.9 şid­de­tin­de dep­rem mey­da­na gel­miş, 52 sa­ni­ye süren dep­rem­de 32.962 kişi ölmüş ve 100.000 kişi de ya­ra­lan­mış­tır. Bu ta­rih­te Er­zin­can sav­cı­sı bu­lu­nan Ri­ze­li İzzet Akçal, o cid­den müş­kül ve ağır şart­lar al­tın­da par­lak bir va­zi­fe im­ti­ha­nı ver­miş ve is­mi­ni du­yur­muş­tu. Biz­zat ken­di­si de fe­la­ke­te uğ­ra­yan, evi yı­kı­lan, çoluk ço­cu­ğu açık­ta kalan Akçal, şart­la­rın ağır­lı­ğı al­tın­da ezil­me­miş ve büyük bir va­zi­fe ve me­su­li­yet his­siy­le or­ta­ya atıl­mış­tı. Ara­la­rın­da ka­til­ler, eş­kı­ya­lar ve azılı hır­sız­lar bu­lu­nan ve ce­za­evi­nin de yı­kıl­ma­sıy­la ser­best kalan mah­kûm­la­rı teş­ki­lat­lan­dır­mış ve bu sa­ye­de fe­la­ket­ze­de­le­rin im­da­dı­na ba­şa­rı­lı ve hızlı şe­kil­de ko­şul­ma­sı­nı sağ­la­mış­tı.
AKÇAL: ŞAİR GÜNEŞİ GÖR­MELİ
Mah­kûm­la­rın ser­best bı­ra­kıl­ma­sı, çok sa­yı­da hayat kur­tar­ma­sı ve ek­sik­siz tes­lim ol­ma­la­rı Cum­hur­baş­ka­nı İsmet İnönü'yü de çok duy­gu­lan­dı­rır. Olay­dan sonra mah­kûm­lar Mec­lis ka­ra­rıy­la af­fe­di­lir ve Akçal ödül­len­di­ri­lir. Yusuf İzzet Akçal ile Ünlü Şair Nazım Hik­met'in yol­la­rı Bursa'da ke­si­şir.. Nazım Hik­met ise An­ka­ra ve Çan­kı­rı ce­za­ev­le­rin­de kal­dık­tan sonra 1940 yılı Ara­lık ayın­da Bursa'ya nak­le­di­lir. On bir yıl bu­ra­da kalır. 1946 yı­lın­da Akçal; Bursa Cum­hu­ri­yet Baş­sav­cı­sı ola­rak görev yap­ma­ya baş­lar. Akçal; ilk kez zi­ya­ret et­ti­ği Nazım Hik­met'in güneş gör­me­yen oda­sı­nın, gü­ne­şi bolca gören ec­za­ne oda­sıy­la de­ğiş­ti­ril­me­si­ni sağ­lar.
NAZIM HİKMET BÜYÜK BİR ŞAİR VE SA­NAT­KÂR­DI
Şair Ga­ze­te­ci Yazar Meh­med Kemal; ha­zır­la­mak­ta ol­du­ğu "Celal Bayar Ef­sa­ne­si ve Raf­ta­ki De­mok­ra­si" isim­li ki­ta­bı için söy­le­şi yap­mak üzere Yusuf İzzet Akçal ile bu­lu­şur. Akçal bu söy­le­şi­de Nazım Hik­met'e dair ha­tı­ra­la­rı­nı şöyle an­lat­mak­ta­dır: "Nazım Hik­met öyle san­dık­la­rı gibi kötü bir adam de­ğil­di. Çok büyük bir in­san­dı. İnsan­lı­ğı bir­çok­la­rın­ca an­la­şı­la­ma­dan gitti. Büyük bir şair ve sa­nat­kar ol­du­ğu­nu bil­di­ği­miz­den, biz onu ha­pis­ha­ne­de hoş tut­ma­ya ça­lı­şır­dık. Ken­di­si­ne bir oda ver­miş­tik. Öteki mah­kûm­lar­dan ayrı, ida­re­ye yakın bir oday­dı Zaten ka­pı­sı da mah­kûm­la­ra doğru değil. İda­re­ye doğru açı­lır­dı.
NAZIM'IN OR­TA­ÇAĞ'DAN KALMA DAKTİLOSU
Bir gece ya­rı­sı bir top­lan­tı­dan dö­nü­yor­dum. Ha­pis­ha­ne­ye uğ­ra­ya­yım, bir ba­ka­yım is­te­dim İda­re­ye gir­dim, bir de ne gö­re­yim Nazım'ın oda­sın­da ışık ya­nı­yor, tık tık dak­ti­lo ses­le­ri ge­li­yor. Nazım'ın or­ta­çağ­dan kalma, eski bir yazı ma­ki­ne­si vardı, onun­la ça­lı­şır­dı. Harf­le­ri kopuk, çok gü­rül­tü çı­ka­ran bir ma­ki­ney­di. O ma­ki­ne­de ondan başka kimse ya­za­maz­dı. Nazım gece ya­rı­sı olmuş, hala ça­lı­şı­yor. Ka­pı­yı açtım, içeri gir­dim. Ara­mız­da şöyle bir ko­nuş­ma geçti: "Kolay gele" dedim. Ka­ğı­dı tak­mış şiir ya­zı­yor­du. "Hoş gel­di­niz Savcı Bey" dedi. "Bu sa­at­te hala bu­ra­lar­da­sı­nız?". "Görev ya­pı­yo­ruz. Ba­kı­yo­rum, sen de uyu­ma­mış­sın!". "Biz de görev ya­pı­yo­ruz. Şiir ya­zı­yo­rum.
BİZ ONUN NE YAP­TI­ĞI­NI BİLİYOR­DUK
O sı­ra­lar Ku­va­yı Mil­li­ye Des­ta­nı'm ya­zı­yor­du. Bi­li­yor­duk ne yap­tı­ğı­nı, ne yaz­dı­ğı­nı... Nazım ça­lı­şır­ken şi­ir­le­ri­ni küçük küçük ka­ğıt­la­ra yazar, sonra te­mi­ze çe­ker­di. Be­ğen­me­dik­le­ri­ni de avu­cu­nun için­de ufa­lar çöp se­pe­ti­ne atar­dı. Bi­zim­ki­ler, or­ta­lı­ğı te­miz­ler­ken çöp se­pe­ti­ne at­tık­la­rım, onun ha­be­ri ol­ma­dan alır­lar bana ge­ti­rir­ler­di. Ben de bun­la­rı sak­lar­dım, hem de ne ile uğ­raş­tı­ğı­nı bi­lir­dim. Nazım bil­mez miydi?. Bil­me­di­ği­ni sa­nı­yo­rum. Bilse ka­ğıt­la­rı ufa­la­maz. Çok küçük par­ça­la­ra böler yır­tar­dı.
BU BÜYÜK ADA­MIN ŞİİRLERİNİ SAK­LI­YOR­DUM BEN YAS­SI­ADA'DA YAR­GI­LA­NIR­KEN AİLEM İKİ DOSYA ŞİİRİNİ YAKTI
Hep­si­ni sak­la­mış­tım. Bu kadar büyük bir ada­mın hiç­bir şe­yi­nin yit­me­si­ni is­te­mi­yor­dum. Kim­se­de ol­ma­yan şi­ir­le­ri bende vardı. Ku­va­yı Mil­li­ye Des­ta­nı'nı siz öyle ya­yın­lan­dı­ğı gibi sa­nı­yor­su­nuz, daha bam­baş­kay­dı, ih­ti­lal ol­duk­tan, ben Yas­sı­ada'ya düş­tük­ten sonra ço­cuk­la­rım, ba­ba­mı­zın ba­şı­na bir şey gir­me­sin diye iki dos­ya­dan olu­şan şi­ir­le­ri­ni yak­mış­lar.
Her gün ça­lı­şır­dı. Çe­vi­ri­ler gön­de­rir­ler­di, on­lar­la uğ­ra­şır­dı. Nazım'ın Fran­sız­ca­sı za­yıf­tı ama, Rus­ça­sı çok kuv­vet­liy­di. Rus­ça­dan bir­çok çe­vi­ri­ler yaptı. Vala Nu­ret­tin; Ya­zı­la­rı ge­ti­rir, on­la­rı Nazım çe­vir­dik­ten sonra bi­ten­le­ri alır gö­tü­rür­dü. O çe­vi­ri­le­ri Millî Eği­tim Ba­kan­lı­ğı ya­yın­la­rı ara­sın­daçık­mış­tır.
BEN ŞAİRİM BENİ FABRİKATÖR YAP­TI­NIZ
Dur­ma­dan şiir ya­zar­dı. Ar­tist adam, yaz­mak­tan başka işi gücü yoktu. Yazar yazar, sonra orada gaz te­ne­ke­le­ri vardı onun içine dol­du­rur­du. Bazen da ida­re­ye ça­ğı­rır­dık, kahve söy­ler­dik, yeni yaz­dık­la­rı­nı bize okur­du.
Tok, gürül gürül bir sesi vardı. Da­yı­sı bir Ali Fuat Ce­be­soy Paşa uzak­tan uzağa onu ko­rur­du. Bursa'da ol­du­ğu­muz için, ipek bö­ce­ği boldu.
Mah­kûm­lar boş dur­ma­sın diye, on­la­ra ipek do­ku­ma­la­rı için tez­gah ver­dik. Bir tane de Nazım Hik­met'e ver­dim. "Hem vakit ge­çi­rir­sin ipek do­kur­sun, hem de eline üç-beş kuruş geçer", dedim. Nazım ciddi adam­dı, İşe canla başla sa­rıl­dı. Tez­gah bir­ken iki oldu, ikiy­ken beş oldu, ni­ha­yet do­ku­za kadar çıktı. Nazım ipek do­ku­yor, ya­nın­da­ki iş­çi­le­re do­ku­tu­yor, iyi de para ka­za­nı­yor­du. Pa­ra­yı ya­nın­da­ki ar­ka­daş­la­rı­na ve­rir­di. başka ha­pis­ha­ne­ler­de yatan ar­ka­daş­la­rı­na gön­de­rir yar­dım eder­di. Bir gün kar­şı­ma di­kil­di: "Savcı bey, dedi. Tez­gah­lar do­ku­za çıktı, sen beni nen­dey­se fab­ri­ka­tör ya­pa­cak­sın. Ben şa­irim. Tez­gah­la­rı ka­pa­tı­yo­rum. Kime ve­rir­se­niz verin" dedi. Tez­gah­la­rı aldık. Zaten savaş için­de ipek İpliği de zor bu­lu­nu­yor­du.
NAZIM'IN SER­BES KAL­MA­SI­NI SAĞ­LA­DIM
Nazım da has­ta­lan­mış­tı. Ken­di­si­ni mu­aye­ne et­tir­dik. Has­ta­lı­ğı ha­pis­ha­ne­de ya­ta­cak gibi de­ğil­di. Rapor al­mış­tı. İstan­bul'a gön­der­me­miz ge­re­ki­yor­du. Ba­kan­lı­ğa yaz­dım. Ad­li­ye Ba­ka­nı Fuat Sir­men'di. Te­le­fon­la beni aradı. "Has­ta­lı­ğı ger­çek mi? diye sordu. "Dok­tor ra­por­la­rı or­ta­da el­bet­te ger­çek" Ken­di­si­ni İstan­bul'a Cer­rah­pa­şa Has­ta­ne­si'ne gön­der­dik. Orada uzun süre te­da­vi edil­di. Son­ra­dan ihbar falan olmuş, Top­ta­şı'na kal­dır­mış­lar. Benim de­ne­ti­mim­den çık­mış­tı. 1950 yı­lın­da Rize'den mil­let­ve­ki­li oldum. Mec­lis­te af ya­sa­sı gö­rüş­me­le­ri baş­la­dı­ğın­da çoğu ar­ka­daş­la­rı­mız Nazım Hik­met'in af­fe­dil­me­si­ni is­te­mi­yor­du. Ada­let Ko­mis­yo­nu'nun af ya­sa­sı ha­zır­lı­ğın­da ben de ça­lış­tım. Halil Öz­yö­rük ile bir­lik­te öyle mad­de­ler koy­duk ki, Nazım'ın affı da sağ­lan­dı. O mad­de­yi af kap­sa­mı­na alın­ca Nazım da kur­tul­du.
YUSU İZZET AKÇAL KİMDİR?
Rize ili Ça­ye­li il­çe­si Kap­tan­pa­şa Bu­ca­ğı Ça­tal­de­re Köyü'nde 1906 yı­lın­da doğ­muş­tur. An­ka­ra Üni­ver­si­te­si Hukuk Fa­kül­te­si'ni bi­tir­miş, sav­cı­lık, ha­kim­lik ve ser­best avu­kat­lık yap­mış­tır. 1950-54-57 ve 1977 se­çim­le­rin­de dört dönem Rize Mil­let­ve­ki­li ola­rak TBMM'de yer almış, Dev­let Ba­kan­lı­ğı yap­mış­tır.
Akçal ve ar­ka­daş­la­rı 27 Mayıs 1960 Dar­be­si ile ik­ti­dar­dan uzak­laş­tı­rı­la­rak Yas­sı­ada'da yar­gı­lan­mış­tır. Evli ve dört çocuk ba­ba­sıy­dı. Eski Tu­rizm ve Ta­nıt­ma Ba­ka­nı Mer­hum Erol Yıl­maz Akçalın ba­ba­sı, Eski Baş­ba­kan Mer­hum Mesut Yıl­mazın am­ca­sı­dır.
KAY­NAK
Celal Bayar Ef­sa­ne­si ve Raf­ta­ki De­mok­ra­si, Meh­med Kemal ABECE 1980
Res­sam Ba­la­ban an­la­tı­yor Mil­li­yet Ya­yın­la­rı 1998
Nazım Aydın Ay­de­mir Yaba Ya­yın­la­rı 2008