O RİZE'NİN, ÇAYELİ'NİN ÇINARIYDI MEHMET KALYONCU'NUN ARDINDAN

O RİZE

Dok­san­lı yıl­lar­da Rize'de yerel ga­ze­te­ci­lik ya­pı­yor­dum. Mer­hum Cum­hur­baş­ka­nı Sü­ley­man De­mi­rel'in her Rize zi­ya­re­tin­de bir insan dik­ka­ti­mi çe­ki­yor­du. Olsa olsa bir kamu gö­rev­li­si­dir diye dü­şü­nü­yor, ma­kam­sal ku­rum­sal bir bağ kur­ma­ya ça­lı­şı­yor­dum. De­mi­rel nere gitse yanı ba­şın­da olan ve pro­to­kol uy­gu­lan­ma­yan bu şah­sın Ça­ye­li­li İş İnsanı Meh­met Kal­yon­cu ol­du­ğu­nu daha sonra öğ­ren­dim. Ara­la­rın­da­ki bağ makam ve ko­num­lar­dan çok daha öte kar­deş­lik bağı ol­du­ğu­na de­fa­lar­ca şahit oldum.
DEMİREL'İN KADIM DOSTU

9. Cum­hur­baş­ka­nı Sü­ley­man De­mi­rel ile Ada­let Par­ti­si ve Doğ­ru­yol Par­ti­sin­den bir­lik­te si­ya­set yap­mış olan Kal­yon­cu si­ya­set yap­tı­ğı dö­nem­ler­de ve daha son­ra­sın­da De­mi­rel ile bi­re­bir Rize'nin ve böl­ge­nin so­run­la­rıy­la il­gi­li ko­nu­lar­da görüş alış ve­ri­şin­de ola­bi­len yakın ar­ka­daş­la­rın­dan­dı. Kendi çay bah­çe­le­rin­den bir bö­lü­mü mer­hum De­mi­rel'e ver­miş ve Sü­ley­man De­mi­rel adına Çay Üre­ti­ci­si Def­te­ri çı­kar­mış­tı.

MÜ­CA­DE­LE DOLU BİR YAŞAM
1929 yı­lın­da Rize ili Ça­ye­li il­çe­si Gür­gen­li Köyü'nde dün­ya­ya geldi. 1941 yı­lın­da Ça­ye­li mer­kez il­ko­ku­lun­dan mezun oldu. İlko­kul yıl­la­rın­dan sonra iş ha­ya­tı­na sey­yar sa­tı­cı­lık­la baş­la­dı. İstan­bul'da sey­yar sa­tı­cı­lık yıl­la­rı ya­şa­mı­nın en renk­li dö­nem­le­rin­den­dir. 1950'li yıl­lar­da Ça­ye­li'nde dük­kan aça­rak iş ya­şa­mı­na kar­deş­le­ri ile bir­lik­te kur­du­ğu Kal­yon­cu Kol­lek­tif Şir­ke­ti ile devam etti. 1967 yı­lın­da İpra­gaz Bayii ola­rak iş ya­şa­mın­da yeni bir dönem baş­la­dı ve halen ip­ra­gaz ba­yi­si ola­rak iş ha­ya­tı­na devam etti. 12 Tem­muz 2021 ta­ri­hin­de ha­ya­tı­nı kay­be­den Kal­yon­cu, 13 Tem­muz 2021 ta­ri­hin­de Ça­ye­li'nde top­ra­ğa ve­ril­di. Evli ve beş çocuk ba­ba­sı olan Kal­yon­cu top­lum­sal ko­nu­lar­da yaz­dı­ğı şi­ir­ler­le da ta­nı­nı­yor­du. Kal­yon­cu'nun ya­şa­mın­dan ke­sit­le­rin ve şi­ir­le­ri­nin yer al­dı­ğı Seyir Def­te­rim isim­li bir ki­ta­bı da bu­lu­nu­yor.
16 Tem­muz 2010 ta­ri­hin­de Ça­ye­li'nde iş ye­rin­de zi­ya­ret et­ti­ğim Meh­met Kal­yon­cu am­ca­da yıl­la­rın ver­di­ği örnek mü­ca­de­le­nin yor­gun­lu­ğu­nu gör­düm. Uzun uzun ko­nuş­tuk. Tit­re­yen el­le­ri ve altın yü­re­ğiy­le bana ki­ta­bı im­za­la­mış ve şu notu düş­müş­tü: Bu be­ye­fen­di­yi daha önce ta­nı­ma­dı­ğı­ma üz­gü­nüm. Çok şeker bir genç. Bun­dan son­ra­ki ha­ya­tı­nın daha güzel geç­me­si­ni ya­ra­tan­dan di­le­rim.
MEH­MET KAL­YON­CU'NUN SEYİR DEF­TERİNDEN KESİTLER İSTAN­BUL'A GEMİYLE GİDER­KEN
Meh­met Kal­yon­cu; 10-12 yaş­la­rın­day­dı. O zaman bay­ram­lar­da ca­mi­de top­la­nan halka şe­ker­le­me, simit, ekmek sa­tı­yor­du. 1945 yı­lın­da İstan­bul'a git­me­ye karar verdi. Ça­ye­li'nden mo­tor­la Rize'ye gitti. Ge­mi­ye bindi. Ge­mi­nin kan­ti­ni­ne gidip, şey­ler alıp sat­mak için izin aldı. İstan­bul'a gi­din­ce­ye kadar, İstan­bul'a gidiş geliş pa­ra­sı kadar ka­zan­dı. Ba­ba­sı onu Hay­tef'ten Hos­rof Mus­ta­fa Dayı'nın fı­rı­nı­na yol­la­mış­tı. Orada kal­ma­ya baş­la­dı. Sa­bah­la­rı cad­de­le­ri do­la­şa­rak ne sa­ta­bi­le­ce­ği­ni plan­lı­yor­du. Mus­ta­fa Dayı, onu Sir­ke­ci'deki For­mos Mus­ta­fa Dayı'nın fı­rı­nı­na karne diz­me­ye yol­la­dı. O yıl­lar kıt­lık yıl­la­rı ol­du­ğun­dan ekmek karne ile sa­tı­lı­yor­du. Bu işten haf­ta­da 7,5 lira ka­za­nı­yor­du. Yine ara sıra so­kak­lar­da ne sa­ta­bi­li­rim diye do­la­şı­yor­du.
ÇA­LIŞ­MA AZMİ ÇO­CUK­KEN BAŞ­LA­DI
Bir gün saç ta­ra­ğı sat­ma­ya karar verdi.. Sir­ke­ci'den top­tan 6 dü­zi­ne tarak aldı. Be­yoğ­lu'na çıktı. İstik­lal Cad­de­si'nde '25 kuruş tarak, 25 kuruş kı­rıl­maz tarak' diye ba­ğı­rı­yor­du ve ta­ra­ğın kı­rıl­maz ol­du­ğu­nu gös­ter­mek için ta­ra­ğı iki ta­raf­tan tutup bü­kü­yor­du. Sa­tı­şa baş­la­ya­lı 1 saat ol­muş­tu ki 72 ta­ra­ğı sattı. Ta­ne­si­ni 17,5 ku­ruş­tan al­dı­ğım ta­rak­la­rı 25 ku­ruş­tan sa­tı­yor­du. Ta­rak­lar bit­tik­çe yine gitti aldı ve altı gün bo­yun­ca epey­ce para ka­zan­dı. Se­vinç­ten ye­rin­de du­ra­mı­yor­du. Böy­le­ce sa­tı­şa devam edip yine Hos­rof Muş­ta­da Dayı'nın fı­rı­nın­da ka­lı­yor­du. Fırın Be­yoğ­lu Bursa So­kak­tay­dı.
HA­YA­TI MA­CE­RA­LAR­LA DO­LUY­DU
Bir metre bü­yük­lü­ğün­de bir iş­por­ta aldı. Ka­ra­köy'de, Be­yoğ­lu'nda çorap, men­dil vs. sa­tı­yor­du. Bir gün dü­şün­dü ve men­di­li kay­na­ta­rak sol­maz ol­du­ğu­nu is­pat­la­ya­rak öyle sa­ta­yım dedi. Arife gü­nüy­dü. Bir ten­ce­re ve bir ga­zo­ca­ğı aldı. Emi­nö­nü'nde Zi­ra­at Ban­ka­sı'nın kö­şe­si­ne ga­zo­ca­ğı­nı koydu. Ten­ce­re­yi ya­rı­ya kadar su dol­dur­du ve içine 40-50 tane men­dil attı. Bir değ­nek buldu ve men­dil­ler kay­na­dık­ça onun­la ka­rış­tı­rı­yor, bir yan­dan da 'Pra­mit men­dil ney­miş, sol­maz men­dil' diye ba­ğı­rı­yor­du. Et­ra­fı müş­te­riy­le dol­muş­tu. Men­di­lin ta­ne­si­ni 125 ku­ruş­tan sa­tı­yor­du. Tey­ze­si­nin oğlu Fevzi Ka­ba­hor da yar­dım edi­yor­du. De­vam­lı men­dil satan 'Sava' diye bir ma­ğa­za vardı. Fevzi bana sü­rek­li men­dil ta­şı­yor­du. Öyle ki men­dil sar­ma­ya kağıt bu­la­mı­yor­du. O ci­var­da ayak­ka­bı satan 'Bey­koz' adın­da bir ma­ğa­za vardı. Onun ha­li­ni gören tez­gah­tar, ayak­ka­bı­lar sa­rı­lan ince ka­ğıt­tan kucak kucak ge­ti­rip ser­gi­min al­tı­na ko­yu­yor­du. Satış kı­zış­mış­tı. Bay­ram ari­fe­si ol­du­ğun­dan bir dü­zi­ne­den az alan ol­mu­yor­du. Onun iyi satış yap­tı­ğı­nı gören Ya­hu­di sa­tı­cı­la­rın hepsi ser­gi­le­ri­ni top­la­yıp başka yer­le­re git­miş­ler­di. Ondan sonra da ya­nın­da bir Ya­hu­di ço­cu­ğun satış yap­tı­ğı­nı gör­me­di. Bir gün fötr şap­ka­lı bir efen­di ya­nı­na geldi, eğil­di ve ku­la­ğı­na 'Koca laz, mil­le­ti çu­va­la koy­dun. Hiç men­dil yı­ka­mak­la solar mı?' dedi. O gün 800 dü­zü­ne men­dil sattı. Dü­zi­ne­si­ni 13 li­ra­dan alıp, ta­ne­si­ni 1,25 'adan bir dü­zi­ne­yi 15 li­ra­ya sa­tı­yor­du.
JİLET BI­ÇA­ĞI OLAYI
Son­ra­la­rı jilet sat­ma­yı dü­şün­dü. Be­yoğ­lu'nda Tü­ne­lin ba­şı­na çıktı. Baş­la­dı rek­la­ma. Taş­tan de­re­yi geçer gibi pa­ça­la­rı­nı sı­va­dım. Bir jilet aldım kol ve ba­cak­la­rı­mı traş edi­yor, bir yan­dan da 'her­ke­se bir paket' diye ba­ğı­rı­yor­du. Arı oğulu gibi müş­te­ri ba­şı­na uçuş­muş­tu. Be­yoğ­lu, Ka­ra­köy, ve Sir­ke­ci'de üç gün bo­yun­ca çok sa­yı­da jilet sattı. Bu ilgi yü­zün­den sa­tı­cı­lar ar­tın­ca jilet sat­ma­yı bı­rak­tı. El çan­ta­sı para çan­ta­sı, çorap sattı. Zor şart­lar­dan fe­le­ğin çem­be­rin­den geçti. Köy­den ge­len­le­re yar­dım­cı oldu. Bir ara Ça­ye­li'nden İstan­bul'a alış­ve­ri­şe gelen yet­miş kadar kişi ol­muş­tuk. Her­kes daha sonra iş sa­hi­bi oldu. Hep­si­ne emeği do­kun­du. Pren­sip­li ça­lı­şı­yor, her kış köye eli kolu dolu gi­di­yor, yazın gene İstan­bul'a ge­li­yor­du.
KOLYE OLAYI
Bir ara Av­ru­pa'dan kol­ye­le­re ta­kı­lan ince sarı zin­cir­ler ge­li­yor­du. On­lar­dan sat­ma­ya baş­la­dı. Bir akşam Ka­ra­köy Ne­ca­ti Bey Cad­de­si'nde zin­cir­le­rin ta­ne­si­ni 50 ku­ru­şa sa­tı­yor­du. Gece olun­ca da Be­yoğ­lu'na çıktı. Ağa Ca­mi­in­de sa­tı­şa baş­la­dı. '50 kuruş' diye ba­ğı­rı­yor­du. Bir saat geç­miş­ti ama bir tane bile sa­ta­ma­mış­tı. Biraz sonra 50 ku­ru­şa satış yap­tı­ğı­nı gören bir efen­di adam geldi. Ona 'Bu­ra­da 50 ku­ru­şa sa­ta­maz­sın. Sen 100 ku­ru­şa çıkar, bir de yer de­ğiş­tir' dedi. Oda biraz yu­ka­rı gitti. '1 lira 100 kuruş, alan­lar se­vin­sin' diye ba­ğır­dı ve satış baş­la­dı. Sa­tı­şa devam eder­ken bir genç müş­te­ri geldi. Bir lira verdi, bir tane zin­cir aldı. Devam etti 5 lira verdi 5 tane daha zin­cir aldı. Sonra be­şi­ni de kesti attı. Olaya çok şa­şır­mış­tım ve ona 'Niçin bun­la­rı kesip attın?' diye sordu. O da bana gü­le­rek 'Ben ken­di­mi böyle tat­min ettim' dedi. Böyle bir olaya daha önce rast­la­ma­mış­tı.
BİR YAHUDİ İLE TAR­TIS­MA-POLİSLER­LE MÜ­CA­DE­LE
Ek­se­ri Be­yoğ­lu'nda ki en büyük ma­ğa­za­lar olan Hacı Bekir ve Lion'un önün­de sergi ku­ru­yor­du. Polis ora­da­ki ser­gi­le­re 100 kuruş ceza vu­ru­yor­du. Bir Ya­hu­di ço­cu­ğu da Lion ma­ğa­za­sı­nın önün­de her gün sergi ku­ru­yor­du. Fakat polis bir kez bile o Ya­hu­di ço­cu­ğa ceza vur­ma­mış­tı. Bir kişi Tünel ba­şın­da, bir kişi de Ga­la­ta­sa­ray'da bek­le­yip, polis gör­dük­le­rin­de düdük ça­lı­yor­lar­dı. O Ya­hu­di ço­cu­ğu da düdük se­si­ni duyup ka­çı­yor­du. Bir gün po­li­sin biri ya­nı­na geldi ve o Ya­hu­di ser­gi­ci­yi hiç ya­ka­la­yıp ceza vur­ma­dık­la­rı­nı, ay­rı­ca Vali ve Em­ni­yet Mü­dü­rü'nün bu­ra­dan ge­çer­ken o ser­gi­ci­yi gör­dük­le­ri­ni ve neden onu ya­ka­la­ma­dık­la­rı­nı sor­du­ğun­da polis ona 'Sen bize yar­dım­cı ol, O'nun ya­nın­da sergi kur ve O'nu ko­nuş­ma­ya tut. Biz iki­ni­zi ka­ra­ko­la gö­tü­re­lim. Sen­den ceza al­ma­yıp O'ndan ceza alı­rız.' dedi. Oda de kabul etti. O'nun ya­nın­da sergi kurdu ve onu ko­nuş­ma­ya tuttu. Po­lis­ler geldi iki­si­ni de ya­ka­la­dı ve ka­ra­ko­la gö­tür­dü. Po­lis­ler 'Ya­hu­di'den ceza ala­lım, Kal­yon­cu'dan ceza al­ma­ya­lım' dedi. Ya­hu­di ser­gi­ci Kal­yon­cu'ya ceza ke­sil­me­si için di­ret­ti. Po­lis­ler onu tar­tak­la­dı fakat pa­ra­yı yine de ver­me­miş­ti. So­nun­da 3 Lira ceza al­dı­lar ve onu dı­şa­rı at­tı­lar. Te­pe­ba­şı'nda, kay­ma­kam­lık­tan Tünel ba­şı­na geçen köp­rü­nün tam or­ta­sın­da iş­por­ta­sı­nı yere koy­muş ve üs­tü­ne otur­muş ağ­lı­yor­du. Kal­yon­cu ya­nı­na gitti ve 'Niçin ağ­lı­yor­sun?' dedi. O da ' Sen­den ceza al­ma­dı­lar ama ben­den al­dı­lar' dedi ve ek­le­di: 'Ah gidi hü­kü­met­siz­lik. Senin hü­kü­me­tin sen­den ceza al­ma­dı, ben­den aldı" di­ye­rek hıç­kı­rık­lar­la ağ­lı­yor­du. Kal­yon­cu ce­bin­de bu­lu­nan ceza mak­buz­la­rı­nı çı­ka­rıp birer birer say­dım ve 'bak in­saf­sız herif 10 tane 1 li­ra­lık mak­buz. Sen daha bir kere ceza ver­din' dedi. Ken­di­ne gel­miş­ti. 'Kalk yürü yoksa seni aşağı ata­rım' dedi. Yavaş yavaş yü­rü­dü, gitti ve bir daha da oraya gel­me­di. Dün­ya­ya karşı koyan Ya­hu­di'ler, dün­ya­nın her ye­rin­de vatan diyen Ya­hu­di­ler­den olu­şan bir dev­let­tir. Onun için güç­lü­dür­ler. Mala mülke ehem­mi­yet ver­mez­ler. Ser­ma­ye­le­ri her zaman cep­le­rin­de gezer, ucuz mal buldu mu basar alır­lar.
GENÇ KA­DI­NIN TA­BA­ĞI GERİ GETİRMESİ
Bir gün Be­yoğ­lu'nda tabak sa­tı­yor­du. Po­lis­ler geldi ve onu ora­dan kal­dır­dı­lar. 2 gün sonra tek­rar aynı yerde sa­tı­şa devam etti. Elin­de bir ye­mek-ta­ba­ğı olan genç bir kadın ona bir çıkış yaptı. Bana 'Sen­den geçen gün bir dü­zi­ne tabak aldım. Eve git­tim. 12 tabak ola­ca­ğı yerde 13 tabak vardı. Kaç gün­dür gidip ge­li­yo­rum. Ben senin ta­ba­ğı­nı ne ya­pa­yım' dedi. 5 tabak daha alıp 6 tabak pa­ra­sı ödedi. Böy­le­ce yarım dü­zi­ne tabak almış oldu. O za­man­lar­da ek­se­ri 6 veya 12 adet alı­nır­dı. İstan­bul'un doğ­ru­su çok­tur. 'Rize bon­mar­şe­si' diye ba­ğı­rır­dı. Et­ra­fı­mı müş­te­ri sa­rar­dı. İyi ni­yet­li in­san­lar ken­di­li­ğin­den ço­cu­ğun ma­lı­nı çal­ma­sın­lar diye onu kol­lar­lar­dı. Bir şey arak­la­yan olur­sa onu ya­ka­lar ça­lı­nan malı alır, ser­gi­ne geri ko­yar­lar­dı.
CARE BİTMEZ
Pa­ra­nın çok kıy­met­li ol­du­ğu za­man­da Kal­yon­cu'nun pa­ra­sı bit­miş­ti. Çok mühim bir iş için İs Ban­ka­sı'na gitti. He­sa­bı­ma baktı. Kre­di­si de ku­ru­şu­na kadar bit­miş. Diğer ban­ka­lar da aynı idi. Za­ma­nın İş Ban­ka­sı mü­dü­rü­ne 'Ne ya­pa­ca­ğım müdür bey' der demez vez­ne­da­ra ses­len­di: 'Dik­kat et bir beyaz kağıt al üs­tü­ne 100 lira Kal­yon­cu ya ve­ril­di' de. Pa­ra­la­rı ara­sı­na koy. 'Akşam 100 lira he­sap­la' dedi. Kal­yon­cu'ya 100 lira ver de­yin­ce ne di­ye­ce­ği­ni şa­şır­mış­tı. Mü­dü­re te­şek­kür etti. Dü­rüst­lük her ka­pı­yı açı­yor­du.
TAN GA­ZE­TESİ BİNA­LA­RI­NA SAL­DI­RI
Kal­yon­cu Sir­ke­ci'de For­mos'un fı­rı­nın­da karne di­zi­yor­du. Bir sabah vakti dı­şa­rı­da kı­ya­met ko­pu­yor. Vi­la­yet­ten aşağı gelen ta­le­be­ler ne­re­de bir Tan ga­ze­te­si, Tan ma­na­vı veya Tan pas­ta­ne­si ta­be­la­sı varsa kı­rı­yor­du. Fı­rı­nın kar­şı­sın­da 15 oda­dan olu­şan oda­lar Tan ga­ze­te­si­ne mer­kez­lik ya­pı­yor­du. Bu­ra­sı­nı da ta­ma­men kır­dı­lar. Ga­ze­te mat­ba­ası­nın ma­ki­ne­le­ri­ni iç­le­ri­ne demir koyup ça­lış­tır­dı­lar ve bütün ma­ki­ne­le­ri kır­dı­lar. Rad­yo­la­rı, ga­ze­te bo­ya­la­rı­nı, san­dal­ye­le­ri ve ma­sa­la­rı kırıp pen­ce­re­den at­tı­lar. Ga­ze­te ka­ğı­dı sa­rı­lı te­ker­ler pen­ce­re­ler­den atı­lı­yor­du. Atı­lan­lar ora­dan geçen bi­ri­nin ba­şı­nı yardı, bir di­ğe­ri­nin de ko­lu­nu kırdı. Or­ta­lık mah­şer mey­da­nı­na dön­müş­tü. Bir de se­si­ni çok zaman an­la­ya­ma­dı­ğı bir uğul­tu vardı. Baktı ki bütün dük­kan­la­rın vit­rin cam­la­rı­nı 'kah­rol­sun Ser­tel­ler, kah­rol­sun ko­mü­nist­ler, sağ olsun po­lis­ler' diye yaz­mış­lar. O zaman Tan ga­ze­te­si sa­hi­bi Ze­ker­ya Ser­tel idi. Dik­kat etti yaz­dık­la­rı­nı tek­rar ede ede ba­ğı­rı­yor­lar­dı. Ka­la­ba­lık Ca­ğa­loğ­lu yo­ku­şu­nu ta­ki­ben, Sir­ke­ci'den Emi­nö­nü'ne, ora­dan Ga­la­ta Köp­rü­sü'nü ge­çe­rek Ka­ra­köy'e, ordan da Be­yoğ­lu'na çıkıp İstik­lal Cad­de­si'ne doğru iler­le­di. Aynı şey­le­ri İstik­lal Cad­de­si'nde de tek­rar­la­dı­lar. Daha sonra Tak­sim'e çık­tı­lar ve ga­ze­te­nin ora­da­ki bi­na­sı­na gir­di­ler. O bi­na­yı da aynı şe­kil­de kırıp dök­tü­ler, pe­ri­şan et­ti­ler. Daha sonra geri dön­dü­ler. Ga­la­ta Köp­rü­sü'nden ge­çe­cek­ler­di fakat köprü açıl­mış­tı. Bir kısmı mo­tor­la Sir­ke­ci'ye geçti. Bir kısmı da Bü­yü­ka­da'da otu­ran ga­ze­te sa­hip­le­ri­ne yü­rü­dü­ler ve ev­le­ri­ni talan et­ti­ler. Emi­nö­nü'ne çı­kan­lar bas­la­rı­nın üs­tün­de yak­la­şık 100 Metre bü­yük­lü­ğün­de bir bay­rak aç­tı­lar ve tek­rar Tan ga­ze­te­si­nin ya­nı­na gel­di­ler. 10 kadar asker de yolu kes­miş­ti. Ka­la­ba­lık, bay­rak sap­la­rı ile as­ker­le­ri aş­tı­lar. Tek­rar Tan ga­ze­te­si­ne çıkıp kı­rıl­ma­yan eş­ya­la­rı kır­dı­lar. Sonra da mat­ba­ası­nın en yük­sek ye­ri­ne Türk bay­ra­ğı çekip İstik­lal Marşı oku­du­lar. Bu­ra­dan yavaş yavaş Be­ya­zıt 'a yü­rü­yüp da­ğıl­dı­lar. Son­ra­dan öğ­ren­di ki Mus­ta­fa Demir ve bir­kaç ar­ka­da­şı üni­ver­si­te­le­ri ge­ze­rek diğer öğ­ren­ci­le­rin de Be­ya­zıt'a gel­me­le­ri­ni sağ­la­dı. Top­la­nan ta­le­be­ler kah­rol­sun po­lis­ler de­miş­ler­dir. Kal­yon­cu bu olay­la­ra tanık ol­muş­tu.
ZAZA'NIN SAHİBİ VE ÖRNEK DAV­RA­NIŞ
Meh­met Kal­yon­cu Bir gün Be­yoğ­lu'nda bir ma­ğa­za­nın vit­rin­le­ri­nin için­de ser­gi­mi açtı. Pazar günü ol­ma­sı­na rağ­men iyi de satış ya­pı­yor­du. Ça­kı­lar, çak­mak­lar, us­tu­ra­lar, ma­ki­ne­ler hepsi Zaza marka idi. Ko­lun­da ha­nı­mı bir bey geldi, ha­yır­lı olsun sa­tı­şın der­ken, Kal­yon­cu onu hemen ta­nı­dı. Sat­tı­ğı mal­la­rı imal eden fab­ri­ka­tör­dü. Çok zen­gin bir in­san­dı. Döndü ha­nı­mı­na baktı, hanım ben sana bir sual so­ra­yım 'Bizi bu­ra­da kol kola gez­di­ren kim­dir?' diye bilir misin? Hanım bi­le­me­yin­ce zor­lan­dı, di­ye­me­di. Bu mal­la­rı biz imal edi­yor, Kal­yon­cu sa­tı­yor ve rek­lam ya­pı­yor. İşte bu olay bizi kol kola gez­di­ri­yor.
ÇAYELİ'NDE İLK DÜK­KAN­LA­RI
Kal­yon­cu­lar, 1948 yı­lın­da Ça­ye­li'nde Ke­çe­li­le­rin evi­nin ya­nın­da ufak bir dük­kan açtık. Çakı, çak­mak gibi ufak tefek şey­ler sa­tar­lar.. Meh­met Kal­yon­cu İstan­bul'da kar­deş­le­ri Ça­ye­li'ndeki dük­kan­da du­ru­yor­du. Dük­ka­nın kar­şı­sın­da, Hacı Şakir Gerz'in ya­nın­da Parta Mu­ham­met da­yı­nın dük­ka­nı vardı. Meh­met Kal­yon­cu, İstan­bul'da Ka­ra­köy Palas'ın önün­de ser­gi­ci­lik ya­par­ken bir kaç defa Ke­çe­li Mus­ta­fa dayı ya­nı­na uğ­ra­mış 'Ça­ye­li'nde ufak bir dük­ka­nım var onu sana ve­re­yim' de­miş­ti. Oda ba­ba­sı­nın da olu­ruy­la dük­ka­nı satın aldı. Daha sonra da Ma­den­li Köyü'nden Pot Osman Kolcu'nun büyük bir kah­ve­si­ni satın al­dı­lar. Dük­ka­na icap eden do­na­nı­mı yap­tı­lar. Kal­yon­cu­la­rın şim­di­ki dük­kan­la­rı­nın kar­şı­sın­da büyük bir ma­ğa­za yap­tı­lar. Çakı, çak­mak, eğer, araba las­ti­ği, Sin­ger ma­ki­ne­den her türlü rad­yo­ya va­rın­ca­ya kadar ürün­ler sa­tı­yor­lar­dı. 1956 yı­lın­da yu­ka­rı­da­ki iki küçük dük­ka­nı da sat­tı­lar.
KURA İLE MAL SA­TI­ŞI
1944-55 ara­la­rı yok­luk yıl­la­rı idi. Kal­yon­cu­lar Ça­ye­li'nde küçük bir dük­kan aç­mış­tı. Mil­let Der­bey ve Bis­la­vet las­tik­le­ri is­ti­yor­du. İstan­bul'da top­tan­cı­lar mal ver­mi­yor­du. Meğer bu fab­ri­ka­lar mer­kez­le­rin­de ge­ce­den müş­te­ri­le­ri sı­ra­ya gi­ri­yor­lar bun­la­ra sa­bah­tan kura çek­ti­ri­yor­lar. Boş ve dolu koy­muş­lar sı­ra­ya göre çek­ti­ri­yor­lar. Bunu an­la­yan Meh­met Kal­yon­cu ve am­ca­oğ­lu Resul sı­ra­ya girdi. Po­lis­ler kendi adam­la­rı­nı ön ta­ra­fa koy­mak için sı­ra­yı da­ğıt­tı­lar. Bu ar­be­de­de am­ca­oğ­lu Resul düş­müş ka­la­ba­lık üs­tün­den geç­miş­ti. Çe­ki­len ku­ra­da dört san­dık Meh­met Kal­yon­cu'ya çık­mış­tı.
BÜYÜK DÜK­K­NA GEÇİŞ
1966 yı­lın­da Meh­met Kal­yon­cu'nun kar­de­şi Kemal'ın ka­yın­la­rıy­la ortak ola­rak bir ar­sa­yı alıp dük­ka­nı yap­ma­ya baş­la­dı­lar. Hem bor­cu­mu­zu ke­si­yor, hem de bi­na­yı ya­pı­yor­duk. Daha sonra Kal­yon­cu'lar Besim Aydın'a ver­dik­le­ri 10 lira hava pa­ra­sı­nı ala­rak dük­kan­dan ay­rıl­dı­lar. Yeni ma­ğa­za­la­rı olan Kal­yon­cu­lar Koli Şti.'de fa­ali­ye­te devam et­ti­ler.
GENÇLİĞE NASİHAT­LA­RI
Meh­met Kal­yon­cu sü­rek­li genç­le­re na­si­hat­ler­de bu­lu­nur­du. İşte bun­lar­dan ba­zı­la­rı: Kolay kolay ar­ka­daş olun­maz. İnsanı yapan da yıkan da ar­ka­da­şı­dır. Ar­ka­daş ol­ma­yı dü­şün­dü­ğü­nü­ze sorun; işi var mı, iş­siz­le ar­ka­daş olun­maz. Ar­ka­da­şı­nın ek­me­ği yoksa ona ekmek al git­sin. 2 defa yemek pa­ra­sı­nı ver­di­ğin ar­ka­da­şı­nın 3. defa yemek pa­ra­sı­nı verme ve ar­ka­daş­lı­ğı da bitir. 3 defa yemek pa­ra­nı ve­ren­ler­de ar­ka­daş­lı­ğın te­me­li za­yıf­tır. Bir gün yel alır seni de yıkar. Ara­dan el­ma­nın in­ce­si­ni sana verip bü­yü­ğü­nü kendi alan­la da ar­ka­daş­lı­ğı­nı nok­ta­la. Aynı cins­ten, yaş­tan veya mes­lek­ten ol­ma­yan­la da ar­ka­daş­lık olmaz. Ata­lar ki­min­le ko­nu­şur­san onun­la anı­lır­sın der­ler­di. Ar­ka­daş arar­san, bu­lur­san ar­ka­da­şın­la ara­nız­da para so­ru­nu ol­ma­ya­cak.
ŞİİİRLERİNDEN ÖR­NEK­LER GEL RİZE'YE KEYFİNE BAK
Gel Rize'ye durma ırmak/ Kı­yı­la­rı temiz pak/ De­ni­zin suyu ber­rak/ Dal de­ni­ze key­fi­ne bak.
Gü­zel­li­ğin ön­cü­sü­dür/ Ka­ra­de­niz in­ci­si­dir/ Cen­ne­tin ta ken­di­si­dir/ Gel Rize'ye key­fi­ne bak.
Sular akar sarıl sarıl/ İster­sen iç varıl varıl/ Bu gü­zel­den nasıl ayrıl/ Bul Rize'yi key­fi­ne bak.
Ayder suyu derde deva/ Ya­maç­lı­dır değil ova/ Sı­kın­tı­yı kova kova/ Ol Ri­ze­li key­fi­ne bak
. Yeşil Rize olmuş adı/ Da­ma­ğın­da çayın tadı İla­cın­da/ Anzer balı/ Al şi­fa­yı key­fi­ne bak.
De­re­ler­de ala­ba­lık/ Sular değil ka­la­ba­lık/ Her bi­ri­si bir ok­ka­lık/ Al gı­da­yı key­fi­ne bak.
Ağaç­la­rın se­rin­le­ri/ Gölge olur de­rin­le­ri/ Çimen biçer ge­lin­le­ri/ Rahat eyle key­fi­ne bak.
Rize ili il­çe­le­ri/ Çay do­lu­dur bah­çe­le­ri/ Dalda öten ser­çe­le­ri/ Dinle sey­ret se­si­ne bak.
Her­ke­sin var­dır ne­şe­si/ Pınar su­yu­dur çeş­me­si/ Hele de Kuspa Te­pe­si/ Çık Kuspa'ya key­fi­ne bak.
Ha­va­sı­nın yok­tur kiri/ İnsan­la­rı diri diri/ Gene kal­ma­nın iste sırrı/ Yat Rize'ye key­fi­ne bak.
Kız­la­rı geçer set­ten sete/ Çay­lar top­la­nır se­pe­te/ İnsanı hazır hiz­me­te/ Gör Rize'yi key­fi­ne bak.
Ekrem Baba sende yatar/ Ka­le­si'nden sana bakar/ De­ni­zin­den arsa satar/ Gel de­ni­ze key­fi­ne bak.
Kal­yon­cu der dünya değer/ Mavi deniz mavi gök­ler/ Gelip gör­me­ni­zi bek­ler/ Gel Rize'me key­fi­ne bak
YI­KI­LAN KAVAĞA AĞIT
Ka­va­ğım nasıl kop­tun ku­ru­du mu kök­le­rin
Çok genç­lik­ler ge­çir­din es­ki­di yü­rek­le­rin
Ça­ye­li'min ta­ri­hi boş kaldı senin yerin
Ne za­man­lar ge­çir­din neler gördü göz­le­rin

Mey­da­nı sen iz­ler­din not alır­dı el­le­rin

Fe­ner­ci­ler, Kaz­maz­lar nerde Hacı bey­le­rin

Hü­kü­met­ler ku­rar­dı o mu­kad­des rey­le­rin

Üzül­me­sin gi­den­ler çok bol­dur rah­met­le­rin

Du­yun­ca dev­ril­me­ni bak yaş doldu göz­le­rim
Ne desek dol­du­rul­maz ta­ri­he kaldı yerin
Os­man­lı'dan kal­may­dı o güçlü bi­lek­le­rin
Cen­net olsun yer­le­ri senin o di­ken­le­rin

Ça­ye­li'nin mer­ke­zi se­nin­le süs­le­nir­di

Ka­va­ğın göl­ge­sin­de çay içe­lim de­nir­di

Top­la­nır mü­nev­ver­ler birer birer ge­lir­di

Gök­te­ki kuşak gibi et­ra­fı­nı dö­ner­di

Yaşın dört yüzü geçti duy­dun nice ezan­lar
Her zaman yad edecek seni seven in­san­lar
Sen­den he­lal­lik ister göl­gen­de otu­ran­lar
Yük­sel­miş­tin gök­le­re tanır seni du­man­lar

Meh­met Kal­yon­cu der ki sevin ka­va­ğı­mı­zı

Yıl­lar­ca süs­le­miş­tir güzel Ça­ye­li'mizi

Yur­du­mun her ya­nın­da ka­vak­lar dizi dizi

Yük­sek­ler­de ge­zer­ken sey­re­din ül­ke­mi­zi

(2007 yı­lın­da yı­kı­lan Ça­ye­li'nin sem­bol kavak ağacı için ka­le­me alın­mış­tır) Bu güzel insan gö­nül­ler­de iz bı­rak­tı. Ce­na­ze­sin­de bu­lun­ma­yı ona son gö­re­vi­mi yap­ma­yı ya­ra­dan nasip etti. Rah­met­le anı­yo­rum. Me­ka­nı cen­net olsun.