RİZE'NİN GEÇMİŞİNDEN FIKRA GİBİ HİKÂYELER

RİZE

Rize her daim güzel in­san­la­ra, güzel ha­tı­ra­la­ra mekan ol­muş­tur. Ha­ya­ta hep güzel ta­ra­fın­dan bakan Ri­ze­li­le­rin gün­de­lik ya­şa­mı doğal fık­ra­lar­la do­lu­dur. İşte Rize ili­nin geç­miş za­ma­nın­da ya­şan­mış fıkra gibi olay­lar­dan bazı ör­nek­ler:
BURUN FARKI
Rah­met­li Tah­sin Tuzcu at ya­rı­şı­na çok me­rak­lıy­dı. Bir türlü ka­za­na­maz, sü­rek­li dert yanar. Burun farkı ile kay­bet­tik, burun farkı ile ye­nil­dik der durur.
Da­yı­sı da da­ya­na­maz : ‘Oy senun bur­nu­na… Sen da uzun bu­run­li bir at bul­sa­na oğlum' der.
NEV­ZAT BEY'İN SİGA­RA­SI
Nev­zat ağa­be­yi­miz o kadar çok si­ga­ra içer ki sa­bah­le­yin si­ga­ra­sı­nı yakar ak­şa­ma kadar hiç sön­me­den devam eder. Çöp­çü­ler ma­hal­le­ye gel­miş­ler, yolu sü­pü­rü­yor­lar. Bi­ri­si bak­mış ki or­ta­lık iz­ma­rit dolu, ar­ka­da­şı­na dön­müş:
- Bu ustte kahve var ga­li­ba, çi­ka­lum birer çay içe­lum.
- Yok yok orasi evdur, sabah kal­kan­dan gece ya­ta­na kadar ci­ga­ra içer o demiş.
İSTAN­BUL'UN PLANI
Ak­meh­me­to­ğul­la­rı'nın Piri Meh­met Efen­di, oğlu Kemal'in İstan­bul'daki ya­ra­maz­lık­la­rın­dan şi­ka­yet ede­rek şöyle demiş:
-Bi­zum uşak­lar İstan­bul'da hoş mek­te­be oku­ma­yi­ler. İstan­bul so­kak­la­ri­ni ar­şin­la­yi­ler, bi yan­gin olsa baş­tan ha­ri­ta­si­ni çi­ka­rur­ler.
1950'LERE GELDİK
Yaz ay­la­rı Tu­rist Ote­lin bah­çe­si ol­duk­ça renk­li si­ma­la­rın bu­lun­du­ğu rakı sof­ra­la­rı­nın sa­at­ler­ce soh­bet edil­di­ği serin bir yer ola­rak re­vaç­ta­dır. Yine böyle bir akşam Hü­se­yin Me­mi­şoğ­lu eski bir ar­ka­da­şı Hamza De­mi­rel'i ye­me­ğe davet eder. Hamza din­le­me­de, Hü­se­yin ise de­vam­lı an­lat­mak­ta­dır. Yan ma­sa­da Arif Su­ya­bat­maz, Hamza'ya ses­le­nir.
-Al­lah sa­bır­lar ver­sin Hamza ne alem­de­sin?
De­mi­rel:
-An­cak 1950'lere gel­dik. Daha kırk se­ne­miz var.
BA­BAM­DA DE­DEM­DEN HA­TI­RA İDİ
Yıl­maz Ara­yı­cı, ar­ka­da­şı­nı ya­zı­ha­ne­sin­de zi­ya­ret eder. Ol­duk­ça lüks dö­şen­miş olan ya­zı­ha­ne­nin du­va­rın­da bu­lu­nan tablo ka­zay­la yere düşer ve kı­rı­lır. Ya­zı­ha­ne sa­hi­bi: -Ey­vah ha­tı­ra­sı vardı, diye ya­kı­nır. Yıl­maz Ara­yı­cı da ce­va­bı ya­pış­tı­rır: -Ba­bam da de­dem­den ha­tı­ra kal­mış­tı. Gö­tü­rür­ken kimse bana sor­ma­dı.

PERHİZ
Milli gü­reş­çi Ne­ca­ti Mor­gül bir ara kal­bin­den ra­hat­sız­la­nır. Dok­tor­lar kesin ve sıkı per­piz uy­gu­la­ma­sı­nı is­ter­ler. Ay­rı­ca is­ti­ra­hat ve yo­rul­ma­mak da var tabii.Yemekle­rin ta­ri­fin­de iki adet ız­ga­ra köfte ve sa­la­ta var­dır, ke­sin­lik­le ağır yemek, fazla yemek yasak. Ne­ca­ti ne yap­sın da­ya­na­maz. Dok­to­run ta­ri­fe­si­ni uy­gu­la­mak için ken­din­ce bir yol bulur: Yarım kilo kıy­ma­dan iki­yüz el­li­şer gram­lık iki köfte.
NE DÜ­ĞÜ­NÜ
Herem bir gece ani­den bir dü­ğü­ne sa­nat­çı ola­rak gö­tü­rü­lür. Ne dü­ğü­nü ol­du­ğu­nu bil­mez ama ora­da­ki in­san­la­rı şa­ka­la­rıy­la eğ­len­di­rir. Prog­ram bit­ti­ğin­de "Allah bana da böyle düğün nasip etsin" der. Bütün salon gül­me­ye baş­lar. Niye gül­dük­le­ri­ni an­la­ma­yan Herem ku­lis­te­ki düğün sa­hi­bi­ne sorar, adam da: -Dü­ğün, sün­net dü­ğü­nü­dür der.
RİZELİ İLE KON­YA­LI
Rize Eski Be­le­di­ye Baş­ka­nı rah­met­li Ekrem Orhon'a so­rar­lar: -Kon­ya­lı ile

Ri­ze­li ara­sın­da ne fark var­dır?
-Uşa­ğum ye­tiş­tir­dik­le­ri­ne bak an­lar­sun.
-Na­sıl yani?
-Kon­ya­lı buğ­day, Ri­ze­li misir ye­tiş­tu­rur. -Eeee ne olur ye­tiş­ti­rin­ce? -Ula ko­yar­sun kiz­gin sacun us­ti­ne buğ­da­yi, ne olur? Yanar, kav­ru­lur, kömur olur, sim­si­yah kalur. Ko­yar­sun mi­si­ri ayni sacun us­ti­ne, pat­lar, çat­lar, atlar gider. Bir tane bile kal­maz ye­rin­de. İşte Ri­ze­li budur.
İŞ DEĞİL FİŞ İSTEDİM
Rize TV Haber mü­dü­rü Kemal Akçan te­le­viz­yo­nun­dan ay­rıl­mış, yine basın ca­mi­asın­da iş ara­mak­ta­dır. Ar­de­şen'den hem­şeh­ri­si olan Çay TV Genel Yayın Yö­net­me­ni Arif Ak­mer­mer'e uğrar ve iş ister. Ak­mer­mer, ken­di­si­ne uygun bir işin ol­ma­dı­ğı­nı be­lir­tir. Ay­rı­ca bir­kaç yerde Kemal Akçan ben­den iş is­te­di, yar­dım­cı ola­ma­dım der. Buu du­ru­mu öğ­re­nen Akçan, bir gün Rize Be­le­di­ye Par­kın­da kar­şı­laş­tı­ğı Ak­mer­mer'e: -Ben sen­den iş değil fiş is­te­dim, vergi iade­sin­de kul­la­na­cak­tım der.
ALLAH BÜYÜK ALİMYERİ KÜÇÜK
Rize Gün­doğ­du Ke­ten­li kö­yün­den Ra­ma­zan Ya­zı­cı çev­re­sin­de se­vi­len sa­yı­lan bir ki­şi­dir. Yal­nız, çay se­zo­nun­da ça­yı­nı bir an evvel sat­mak için te­laş­lı dav­ra­nış­la­rıy­la dik­kat çeker. Yine bir gün te­laş­la çay alım ye­ri­nin önün­de bek­ler­ken ya­nın­da­ki ar­ka­da­şı:
-Me­rak etme ça­yı­nı sa­tar­sın Allah büyük der. Ra­ma­zan Ya­zı­cı ar­ka­da­şı­na dö­ne­rek: -El­bet­te Allah büyük ama alım yeri küçük…
NE ÇAY­MIŞ?
Rize Gün­doğ­du'da nük­te­le­riy­le meş­hur Hakkı Baba (Hakkı Ya­zı­cı) bir iş için İstan­bul'a git­mek ama­cıy­la Bo­ğaz­kö­yü'nden yola çıkar. Gün­doğ­du na­hi­ye­si­ne gel­di­ğin­de bir kah­ve­ha­ne­ye uğ­ra­yıp hem biraz din­len­mek hem çay içmek ister. Kah­ve­ye gel­di­ğin­de çay­cı­ya sas­le­nir: -Oğ­lum, bir çay verir misin? Çay­cı­dan, -Çayı yeni dem­le­dim, 10-15 da­ki­ka bek­le­mek lazım ce­va­bı­nı alır. Hakkı Baba bek­le­ye­mez, yola ko­yul­muş. İstan­bul'a gidip üç günde iş­le­ri­ni hal­le­dip tek­rar Gün­doğ­du'ya gelir. Bir güzel mem­le­ket çayı içe­yim diye dü­şü­nür ve tek­rar aynı kah­ve­ye uğrar. Oğlum bir çay verir misin? diye sorup tek­rar aynı ce­va­bı alın­ca: -Ula bu ne dem­len­mez çay idi, İstan­bul'a git­tim gel­dim hala dem­len­me­di.
BU­RA­DAKİLER OK MU YESİN?
Ba­kan­lar­la mil­let­ve­kil­le­ri­nin de bu­lun­du­ğu uçak­la An­ka­ra'ya gidin yol­cu­la­rın ara­sın­da dö­ne­min İyi­de­re Be­le­di­ye Baş­ka­nı Nihat Mete de var­dır. Ser­vis baş­lar, ama önde otu­ran mil­let­ve­kil­le­ri­ne tepsi tepsi ikram ya­pı­lır­ken ar­ka­da­ki­le­re bir şey gel­mez. Uçak ne­re­dey­se An­ka­ra'ya iner­ken Nihat Mete ayağa kal­kıp: -Hos­tes ha­nı­me­fen­di, mil­let­ve­kil­le­ri­ne tepsi tepsi kah­val­tı gi­di­yor bu­ra­da­ki­ler ok mı yi­yecek? diye ba­ğı­rıp ye­ri­ne otu­rur. Önden bir bey ayağa kal­kıp: -Be­ye­fen­di, iyi an­la­şı­la­ma­dı, tek­rar­lar mı­sı­nız? de­yin­ce Mete, söz­le­ri­ni tek­rar­la­dı. Bunun üze­ri­ne Mil­let­ve­kil­le­ri el­le­rin­de­ki tep­si­ler­le yere se­ri­lir.