Kudret Uğurlu EMİNSOY


3’ü 1 ARADA; KİLİSE, CAMİ, MÜZE (AYASOFYA) - 2.BÖLÜM

Kudretugurlueminsoy33@gmail.com


Atatürk Müzeleştirmeye nasıl bakıyordu?

Ey Âşık, geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim. Ahmet Tevfik Bey’in kahramanca Ayasofya Camii savunması ile yazımıza başlamış ve Fatih Sultan’ın vasiyetine değinmiş ardından da Ayasofya neden müze oldu sorusuna cevap aramıştık. Bu yazımızda da Ayasofya hakkındaki kararname çelişkilerine bir göz atalım. Bil ki o dönemlerde batılılaşma ve yeni kurulan devletin Avrupa tarafından kabul edilmesi mücadelelerinin olumsuz yansımalarından Ayasofya’da nasibini alır. Öyle bir karmaşa yaşanır ki bu konuyla ilgili çıkartılan kararnameler bugün bile hala tartışılmaktadır. Ağustos 1934’te ilk hamle yapılır. Doğru bir karar alınması maksadıyla 9 kişilik bir heyet kurulur. Heyette bir de Alman Profesör vardır. Heyet incelemeler yapar, sıra dışı ve anlaşılmaz bir rapor hazırlar. Ana bina hariç diğer tüm yan eserlerin kaldırılması, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi ve ibadet kısmının da ibadete kapatılmasının uygun olduğu şeklindeki bu raporu Milli Eğitim Bakanlığı'na verir. Bakanlık faaliyete geçer. Vakıflar Müdürlüğü böyle bir uygulamanın usulsüz olduğunu ve hatta tapunun hazineye devredilmesinin yasalara aykırı olduğunu bildirerek karşı çıkar. Raporun Ayasofya’nın ibadete kapatılması ile ilgili bölümlerinden dolayı Atatürk’ün de rahatsız olduğu, gazeteci Ziyad Ebuzziya’nın hatıralarında yazmaktadır. Atatürk’e yakın olan Şükrü Kaya da bu hususta şöyle demiştir: “Kesinlikle olmaz. İbadet bölümünü Bizans müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı.” Böylece karşılıklı yazışmalar 24 Kasım 1934’e kadar devam eder. Tüm itirazlara rağmen Ayasofya 24 Kasım’da Bakanlar Kurulu Kararı ile müzeye çevrilir.

Ayasofya ile beraber sen de mi müze oldun?

Hayret ki ne hayret! İsteksiz görünenlere rağmen nasıl oluyor da kimseler bir şey yapamıyor? Kanaatimizce senaryo çoktan yazılmıştı. Sadece oyuncular rollerini dikkatli oynamalıydı. Çünkü kamuoyu tepkisi yüksek olabilirdi. Bir tarafta Avrupa’nın açık ve gizli baskısı, bir tarafta milletin manevi değerlerinin hassasiyeti var. Gizli pazarlıklar yapılır. Elin adamı Ayasofya’nın tekrar kilise olmasını ister ama milletimizin henüz yok olmamış manevi değerleri karşısında yetkililer çareyi müze fikrinde bulur. Ne şiş yanacaktır, ne de kebap. Müzeleştirme herkesi memnun edecek bir orta yoldur. Türkiye henüz tam bağımsız bir ülke değildir. Savaşlardan yeni çıkılmış, asırların verdiği geri kalmışlık yok edilmeye çalışılmaktadır. El mahkûm siyasi isteklere boyun eğilecektir. Makûs talihimiz yine karşımızdadır. Er meydanında kazandığımızı masada kaybetmek. Haydi, o zamanlara bahaneyi bulduk, ya bugünlere ne bahane üreteceğiz? Yoksa hala tam bağımsız bir ülke değil miyiz? Artık bağımsız olmanın, kendi özümüzden geçtiğini anlamanın zamanı gelmedi mi? Gelişme demek başkalarını taklit etmek demek değildir. Kendin olacaksın. Özüne sahip çıkacaksın. O öz ki seni sen yapan, geçmişten geleceğe doğru elden ele geçerek devam etmesi gereken, toplumsal inançlarındır. Birkaç kuruşluk dünyalığa bunları satmayacaksın ve gözünü bile kırpmadan malınla, canınla özüne sahip çıkacaksın. Bunu yapabilmek içinde özünü yaşayacaksın. Yaşamadığın hayat senin olamayacağı için kaybettiğinde de elbette üzülmezsin. Kısacası Ayasofya diye inlersin ama sor bakalım kendine, sen ne kadar Ayasofya’sın?  Yoksa onunla beraber, sen de mi müze oldun? 

Ayasofya Camisi sahte imza ile mi müze oldu?

Oldukça tartışmalı, çelişki dolu kararname, tarihi, sıra numarası, sayfalardaki müdürlük farklılığı, Atatürk’ün imzasındaki gariplikler ile son derece dikkat çekici ve şaşırtıcıdır. Birinci sayfası Kararlar Müdürlüğünün, ikinci sayfası ise Muamelat Müdürlüğünün antetli kağıdıdır. Sıra numarası 24 Kasım 1934 gün ve 1589 olmasına rağmen 22 Kasım’daki en son kararname numarası 1590-1606 arasında olmuştur. 1606’dan sonraki bir numara olması gerekirken geçmişe dönük numara verilmiş. Tarih sehven verilmiş olsa, bu kez de böyle bir numara yok. 24 Kasım’da ise 1613 ve 1614 sayılı kararnameler var ama Ayasofya ile ilgili değil ve yalnızca iki adet. 25 Kasım’da da hiç kararname çıkmamış. Atatürk’ün imzası ise ayrı bir bilmece. 24 Kasım’da Atatürk henüz Atatürk soyadını almamıştı. 2587 sayılı soyadı kanunu 27 Kasım tarihinde çıkmış olup bu kanuna göre Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilmişti. Bu duruma göre nasıl oluyor da kararnamede “Gazi Mustafa Kemal” yerine “K.Atatürk” ismiyle imza bulunmaktadır? Atatürk kanundan 3 gün önce niye böyle bir imza atsın? Acaba sonraki yıllarda, ortaya atılan ciddi iddiaları susturmak için Atatürk kullanılmış olabilir mi? Eğer imza sonradan atılan bir sahte imza ise kararname imzasız olmalıdır. Her durumda da bu kararname hukuken geçersiz sayılmalıdır. Keza mevcut imza, sonradan Atatürk’ün atmış olduğu imzalara da benzememektedir. Şimdi sıkı durun. Bakın 30 Ocak 1997 tarihinde neler yaşandı? Adı İsmail soyadı Kandemir. Emniyet Genel Müdürlüğü'ne müracaat ediyor ve soruyor. Bu imza sahte mi? Emniyet ise araştırıyor ve cevaplıyor. “Bu imza Atatürk’e ait değil.” 

Ayasofya kimin?

İmza Atatürk’e ait değil de peki Ayasofya kime ait? Yasalara göre Ayasofya, aslında Fatih Sultan Mehmet’e aittir. O da vakfettiği için, Vakıflara bağlı olarak, vakfiyenin esaslarına göre işlem görmesi gerekmektedir. 19 Şubat 1936 tarihli tapu senedinde 57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına "Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil Ayasofya-ı Kebir Camii Şerifi" adı ile cami olarak kayıtlıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde de 1967 tarihli olarak Fatih Sultan Mehmet vakfiyesi olan cami şeklinde kayıtlıdır. İşin en ilginç taraflarından birisi de Ayasofya’ya 1935 yılından beri imam ve müezzin atamalarının yapılmasıdır. Cami olarak ibadete kapalı olduğu için de bu imam ve müezzinler farklı yerlerde görev yapmaktadır. Söylenildiğine göre Hünkâr Dairesi denilen yerde çalışmaktalar. Şaka gibi değil mi? Müze imamlığı? Yeni bir iş alanı olsa gerek. Allah hepimize akıl fikir versin.

Neyse ki uzun yıllar verilen mücadele neticesinde Ayasofya yeniden cami olmuştur. İnşaallah bir daha böyle rezillikler yaşamayız. Başarsın yahut başaramasın, bu yolda mücadele eden herkesten Allahu Teâlâ razı olsun.

Sevgi ışığınız, kalbiniz rehberiniz olsun.