Kimlik bunalımı içinde olan Türk aydınları, Türk Ocaklarında kendilerini bulmaya başlarlar.
O güne kadar feodal bir anlayışla sadece kabile, aşiret, cemaat ya da tarikat bilincinin hâkim olduğu ülkemizde, Türk Ocaklarıyla beraber millet olma bilinci oluşmaya başlar.
Devletin izlemiş olduğu Osmanlıcı politika sadece ülke sınırları içindeki Türk aydınlarını yönsüz ve kimliksiz bırakmıştı.
Osmanlı Devleti bünyesindeki çeşitli unsurların milliyetçilik hareketleri karşısında Türk milliyetçiliğinin öncüsü olma ve mensup oldukları millete hizmet etme misyonunu üstlenen Türk Ocakları, kısa zamanda devrin birçok önemli ilim ve fikir insanını bünyesinde toplamıştır.
Özellikle Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin (Yurdakul), Hamdullah Suphi Tanrıöver, Akil Muhtar (Özden), Ömer Seyfettin, Necip Asım (Yazıksız), Yahya Kemal (Beyatlı), Ali Canip (Yöntem), Hüseyinzade Ali (Turhan), Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Mehmet Fuat (Köprülü), vb. gibi devrin önemli ilim ve fikir şahsiyetleri Türk Ocaklarında çok canlı bir fikir ve düşünce ortamı hazırladılar.
Bu aydınlar tarafından düzenlenen konferanslar, sohbetler ve serbest derslerle Türk Ocakları, genç nesillerin eğitilip şuurlandığı millî bir mektep olmuş, âdeta bir halk üniversitesi gibi çalışarak millete yön vermeye çalışmıştır.
Bu kısa dönemde âdeta çeliğe su verir gibi, Türk gençlerinde yıllarca üzeri küllenmeye çalışılan millî heyecan yeniden canlandırılmaya, millî-manevî duygular yeniden şaha kalkmaya başlamıştır.
Türk Ocaklarının varlığı Çanakkale’de kendini göstermiştir. 1911’de bir avuç İtalya’ya Trablus’ta yenilen, düne kadar bünyesinde barındırmış olduğu ve kısa süre önce bağımsızlılarını alan birkaç Balkan devletçiği önünde Yeşilköy’e kadar sürülen Osmanlı, ne oldu da 1915’e gelindiğinde Çanakkale’de dünyanın en büyük ordularına kafa tutabildi?
Trablus’tan Çanakkale’ye 4 yıl içinde ne değişti?
Balkanlardan sonra ne oldu da iki yıl sonra dünyanın en büyük kanlı ordularına Çanakkale’yi geçilmez eyledik?
Bu soruların doğru cevabını bulmak için asılsız hurafeler, uydurma mucizeler üretmeye gerek yoktur.
Elbette ki Hak, haklının, mazlumun, inananların yanındadır. Elbette ki Hak, Hak’kı tutanların, Hak yolunda yürüyenlerindir.
Ancak Hak, tembelin, miskinin, hurafenin, gaflet ve dalalet içinde olanların yanında olamaz.
Çanakkale’de Türk’ün yeniden şahlanan ihtişamını bir takım hurafelere bağlamak, mucizelerle izaha kalkmak Türk’ün gücünü ya görmezden gelmek ya da hiçe saymaktan başka bir şey değildir.
Çanakkale destanını hurafelere, mucizelere bağlayan zihniyete sormak lâzım; aynı hurafeler, mucizeler niçin Trablusgarp’ta yoktu.
İki, üç yıl önce Balkanlardan yalınkılıç İstanbul’a doğru sürülürken neredeydi o hurafeler?
Çanakkale’yi geçilmez kılan güç; Türk Ocaklarının üç yıl gibi kısa bir sürede yeniden oluşturduğu millî ruhtur.
Türk Ocaklarının yeniden tutuşturduğu millî ruh, Allah’ın da yardımıyla Çanakkale’de şaha kalkmış ve istilâ budalalarının suratında demir bir yumruk gibi patlamıştır.
Çanakkale cephesinde olağanüstü fedakârlığı gerektiren görevlerde ortaya atılan gönüllülerin çoğunun Türk Ocağı mensupları olan yedek subaylardan çıkması, Vehip Paşa’nın Çanakkale Savaşları sırasında İstanbul gazetelerine; “Ne vakit çok müşkül bir vazife yapılmak icap ederse Ocaklı zabiti hatırladığımızı size haber vermeliyim.” demesi, Ocağın millî şuur yaratmada olumlu tesirler bıraktığının delilidir
Çanakkale Savaşı’nın bir diğer adı da “Yedek Subaylar Savaşı” ya da “Gönüllüler Cephesi”dir.
Türk aydını “Devlet-i Ebed Müddet” yolunda Çanakkale’nin önemini çok iyi bilmekteydi.
Çanakkale, Türk’ün İstiklâlinin, var ya da yok olmasının yegâne kilit noktasıydı.
Türk Ocaklarının sayesinde tıbbiyelisinden, mülkiyelisine, üniversitelisinden, liselisine Türk aydınları ve gençleri bunun farkındaydı.
Türk Ocaklarının tutuşturmuş olduğu millî bilinç dalgası birkaç yıl içinde bütün yurda yayılmış, yıllar yılı paslanan, köhneleşen, miskinleşen millî heyecan yeniden atağa geçmiştir.
Çanakkale önlerine istilâ budalalarının dayanmasıyla birlikte, her yaştan ve meslekten istiklâl sevdalısı gönüllüler kervanında yer almak için âdeta birbirleriyle yarışmışlardır.
Kaymakam makamını, öğretmen kürsüsünü, doktor hastasını, öğrenci okulunu, genç, ana-baba ve yavuklusunu geride bırakarak cepheye koşmuştur.
İşte Çanakkale’yi geçilmez kılan ve düşmana dar eden güç bu güçtür.
Aynı ruhu, aynı heyecanı Mondros Mütarekesi’nden sonra Sakarya’da, Kocatepe’de, Dumlupınar’da da görüyoruz.
Türk Ocaklarının millî şuur yaratmadaki öncü rolü ülkemizin ve milletimizin kaderini belirlemesi açısından son derece önemli olmuştur.
Çünkü Türk Ocaklarında milliyetçi ve vatansever fikir atmosferi içinde yetişen ve bu düşünceden etkilenen asker-sivil Türk aydınları, millî bir ruhla kazanılan Çanakkale Savaşlarında ve Millî Mücadele’nin kazanılmasında önemli rol oynamışlardır.
Zira Ocakta aşılanan milliyetçi ideoloji ve ruh, Mondros Mütarekesi’nin boğucu havası ve yalnızlığı içinde Müdafaa-i Hukuk hareketinin kaynağı olmuştur.
Nitekim Millî Mücadele döneminde Türk Ocakları mensupları hem fikriyat, hem de teşkilatlanma safhasında, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer alarak oldukça etkin olmuşlardır.
Dolayısı ile Türk Ocakları imparatorluktan millî devlete geçiş dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş safhasında üstlenmiş olduğu misyonla yakın tarihimize damgasını vurmuştur.
1918 Mütarekesi’nden sonra, İzmir’in işgali üzerine İstanbul mitinglerinin düzenlemesine öncülük eden Türk Ocakları, İstanbul’un işgali sırasında ilk basılan ve kapatılan yerlerden birisi olmuştur.
İstanbul’da tutuklanmaktan kurtulabilenler, Ankara’ya geçerek Millî Mücadele’yi bütün varlıkları ile fikren ve fiilen desteklemişlerdir. Mustafa Kemal’in Ankara’daki yakın çevresindekilerin başta Hamdullah Suphi olmak üzere Türk Ocaklılar olduğunu Enver Behnan Şapolyo şöyle anlatıyor:
“Hamdullah Suphi’nin gelişinden Gazi M. Kemal Paşa ziyadesi ile memnun olmuştu. Onun etrafında bir fikir halkası teşekkül ediyordu. Çankaya’da Atatürk’ün fikir arkadaşlarının hepsi de Türk Ocaklı idiler. Kâzım Karabekir olmak üzere, Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Halide Edip, Ağaoğlu Ahmet, Reşit Galip, Mustafa Necati, Vasıf Çınar, Celâl Sahir, Mahmut Esat, Ruşen Eşref, Veled Çelebi, Besim Atalay, Tunalı Hilmi vb. hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı milliyetçilerdir.
Türk Ocakları, Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olmuştur. 1926’da şube sayısı 217’ye, üye sayısı ise 30.000’e ulaşmıştır. Üyeleri, ülkemizin genç, dinamik, kültürlü kesimidir. Halk arasında da nüfuz ve itibarı yüksek bir kuruluş durumundadır. Türk Ocaklarının kurultaylarına da katılan Atatürk, 1923’ten itibaren çıktığı yurt gezilerinde uğradığı il ve ilçelerde Türk Ocaklarını daima ziyaret etmiş; Türk Ocaklılara hitaben önemli konuşmalar yapmıştır.[10] Atatürk, Türk Ocaklarının fikir babası Ziya Gökalp’ten ziyadesi ile feyiz almış ve bu durumu; “Benim fizyolojik babam Ali Rıza Efendi’dir lâkin fikir babam Ziya Gökalp’tir.” ifadesi ile bizzat dile getirmiştir. Sıkı bir Türkçü ve Türk milletine sevdalı bir Türk milliyetçisi olan Atatürk, Türk Ocaklarının fikir atmosferinde yetişen dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir.
Emperyalist güçler bir yandan paylarını yükseltmek için aralarında yarışırken diğer yandan da bitişimizin, yok oluşumuzun şerefine kadeh kaldırmaktaydılar. İçeride ise; bîçare, bedbaht ve aciz yöneticiler, uzatmaları oynamak için bile çarelerin tükendiğini ilân ediyorlardı. İşte böylesine umutların tükendiği bir gecenin zifiri karanlığında Türk’ün gerçek mucizesi gerçekleşir. O mucize Türk Ocaklarıdır! Anadolu’da kısa bir sürede tutuşturduğu yüzlerce, binlerce çoban ateşi sayesinde Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki, bugün hür bir ülkede, al bayrağımızın gölgesinde, “şahadetleri dinimizin temeli” olan ezanımızla birlikte yaşamaktayız.
Umuyoruz ve umut etmek istiyoruz ki, Türk Ocakları 100. yılında ve daha nice yüzüncü yıllarında her zaman Türk milletinin en güçlü sesi olsun, dün olduğu gibi bugün de gerektiğinde çelik bir yumruk olarak hak eden suratlarda iz bıraksın. Zira istiklâlimiz 1919-1920’lerden daha da büyük tehdit altındadır. Millî hassasiyetlerimizin iyice zayıfladığı, bölücülüğün, ayrılıkçılığın iyice ayyuka çıktığı, millî birlik ve bütünlüğümüzün tehdit altında olduğu şu günlerde Türk Ocaklarına büyük görev düşmektedir.
Türk Ocaklılar asla atalet içinde olmamalı, içerideki ve dışarıdaki İstiklâl budalalarına karşı her zaman uyanık, zinde ve hazır olmalıdırlar. Ata’nın “Gençliğe Hitabe”sinin taşımış olduğu anlam ve o hitabeden rahatsızlığını dile getirenlerin asıl maksatlarını Türk Ocakları ve milliyetçi, Türkçü Türk gençleri iyi bilmeli. Türk Ocaklarının yeniden sahnede olmasının tam zamanıdır. Herkes susturulsa ya da sussa da Türk Ocaklı asla susmamalı, susturulamamalı!.. (Türk Yurdu)