İsra ve Mirac
Birinci Hutbe
(Zorluktan sonra hediyedir.)
يناير 21, 2025
https://hamidibrahem.com
Hamt alemlerin Rabbi Allaha aittir. Ey Allah im! Hamt ancak sana aittir. Sana çokça, temiz ve mübarek olan hamt ile hamt olsun. Sözünün eri olan hamt ve fazlası ile mükafatlandırılan hamt sana aittir.
Allahtan başka ilah olmadığına, tek olduğuna ve ortağı olmadığına şahitlik ederim. Ve yine muhakkak Hz. Muhammed’in Allah’ın cc. Kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim. Ey Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, hane halkına ve sahabesine hepsine salat (dua), selam (esenlik) ve kutlu eyle.
Ey Müslümanlar!
Allah Teala şöyle buyurdu:
سُبْحَانَ الَّذٖى اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ
İsra Suresi 17.1 Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
Allah Teala şöyle buyurdu:
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى
Necm Suresi 53.13 Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى
Necm Suresi 53.14 Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında.
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى
Necm Suresi 53.15 Me'vâ cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى
Necm Suresi 53.16 O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
Necm Suresi 53.17 Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى
Necm Suresi 53.18 Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Müslüm an kardeşler!
Gerçekten El-İsra ve El-Mi’rac büyük sırlara sahip yolculuktur. Bu yolculuk zorluktan sonra hediye ve hibedir. El-İsra ve El-Mi’rac yolculuğu hediye olarak ikram olarak enbiyaların sonuncusuna ve resullerin sonuncusuna gelmiştir. Ve Resulullahı s.a.s. i yıllarca süren sıkıntı ve zorluktan sonra teselli etmek için gelmiştir. Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı bu dönemde her türlü zulüm, eziyet ve inkâra maruz kalmışlardır. Resûlullah (s.a.v.) hayatı boyunca kendisine destek olan amcası Ebû Talib'i, Taberânî'nin sözlüğünde belirtildiği üzere, peygamberliğin onuncu yılının birkaç gününde kaybetmiştir.
Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre;
(عن عائشة قالت قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (ما زالت قريش كافة عني حتى مات أبو طالب)، وَفي نفس العام فقد أيضا زَوْجَتَهُ الْعَاقِلَةَ الْحَنُونَ، أُمَّنَا خَدِيجَةَ -رَضِيَ اللهُ عَنْهَا- والَّتِي كَانَتْ حِصْنًا وَمَلَاذًا آمِنًا -بَعْدَ اللهِ تعالى- يَلْجَأُ إِلَيْهِا فِي شِدَّتِهِ،
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ebû Tâlib ölünceye kadar Kureyş'in tamamı bana karşı çıktı. Aynı yıl, bilge ve merhametli eşi Hz. Hatice validemizi de kaybettik. - Allah ondan razı olsun. Hz. Hatice, Peygamberimizin Yüce Allah'ın yanında, sıkıntı anında sığınacağı bir kale ve güvenli bir limandı.
Üçüncü şiddet: Resulüllah s.a.a.Taife gittiği zaman oldu. Eziyetlerden dolayı oturamadı. Bela ise gecikmedi. Rahat etmedi. Çalışmasından gayretinden oturmadı. Bağış yapmaktan kaçınmadı. Nebi s.a.s. Taif halkına iman ederler diye ümit eyledi. Mekke halkına iman ederler diye ümit etmedi, Taif halkına ise ümit bağladı. Mekke halkında bunu ümit etmedi. Bundan dolayı Taife gitti.
Yanında Zeyit bin Harise vardı. Onları Allaha iman etmeye davet etti. Ve onları gerçeğe götürmek istedi. Ancak Taiflilerin kalpleri Peygamberi görmeye açılmadı. Çocuklarından alaydan başka bir şey göremedi. Çocuklarından reddedilmekten başka bir şey göremedi. Büyüklerinden küfürden başka bir şey göremiyordu.
Büyükleri alçak şerefsizlerini Hz. Peygamberin üzerine musallat ettiler. Onu taşladılar. Bedeninde yaralar oluştu. Ayaklarından kan aktı. Göz yaşları, teri ve kanları birbirine karışıyordu. Dönüş yolunda geri döndüğünde yöneleceği tek kişinin Allah olduğunu gördü. Ve yalvarılacak bir tanrı olduğunu, korumasına sığınılan bir yaratıcı olduğunu ve şikayetini ona ileteceğini gördü. Şöyle dua etti.
: اللهمَّ إليك أشكو ضعف قوَّتي، وقلَّه حيلتي، وهواني على الناس، إلى مَن تَكلني؟، إلى بعيد يتجهَّمني، أم إلى عدوٍّ ملَّكتَه أمري؟، إن لم يكن بك غضب عليَّ فلا أبالي، أعوذ بنور وجهك الذي أشرقت له الظلمات، وصلَح عليه أمر الدنيا والآخرة؛ من أن ينزل عليَّ غضبُك، أو يحلَّ عليَّ سخطُك، لك العتبى حتى ترضى، ولا حول ولا قوة إلا بك.
“Allah’ım güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi, insanlar nazarında düştüğüm hor ve hakir durumumu sana arz ve şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zor ve sıkıntılı durumlarda olanların, zulüm altında zayıf düşürülmüş olanların Rabbi’sin. Benim de rabbim ancak Sen’sin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Sen beni zalim bir düşmanın eline düşürmeyecek, onları bana hüküm geçirtecek bir konuma getirmeyeceksin.
Ey Rabbim! Benim üzerime çöken bu musibet ve eziyetler, eğer senin bana karşı bir kızgınlığından ve öfkenden dolayı değilse; çektiğim bu sıkıntıya hiç aldırış etmem ve hepsine tahammül ederim. Yine de senden bana gelecek bir sığınmaya çok ihtiyacım var. Hem bu dünyada hem de ahirette, senin o karanlıkları aydınlığa çevirerek nuruna sığınıyorum.
Ey Rabbim! Sen hoşnut oluncaya kadar senden af diler, tevbe ve istiğfarda bulunurum. Biliyorum ki; güç ve kuvvet ancak sendedir.”
Sahihayin Kitabında şu hadis mevcuttur.
Hz. Aişe hadisi Ya Resulallah sana uhut savaşı gününden daha şiddetli bir gün geldi mi?
وفي الصحيحين: (أَنَّ عَائِشَةَ – رضي الله عنها – زَوْجَ النَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – قَالَتْ لِلنَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – هَلْ أَتَى عَلَيْكَ يَوْمٌ كَانَ أَشَدَّ مِنْ يَوْمِ أُحُدٍ قَالَ « لَقَدْ لَقِيتُ مِنْ قَوْمِكِ مَا لَقِيتُ، وَكَانَ أَشَدُّ مَا لَقِيتُ مِنْهُمْ يَوْمَ الْعَقَبَةِ، إِذْ عَرَضْتُ نَفْسِي عَلَى ابْنِ عَبْدِ يَالِيلَ بْنِ عَبْدِ كُلاَلٍ، فَلَمْ يُجِبْنِي إِلَى مَا أَرَدْتُ، فَانْطَلَقْتُ وَأَنَا مَهْمُومٌ عَلَى وَجْهِى، فَلَمْ أَسْتَفِقْ إِلاَّ وَأَنَا بِقَرْنِ الثَّعَالِبِ، فَرَفَعْتُ رَأْسِى، فَإِذَا أَنَا بِسَحَابَةٍ قَدْ أَظَلَّتْنِى، فَنَظَرْتُ فَإِذَا فِيهَا جِبْرِيلُ فَنَادَانِي فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ، وَقَدْ بَعَثَ إِلَيْكَ مَلَكَ الْجِبَالِ لِتَأْمُرَهُ بِمَا شِئْتَ فِيهِمْ، فَنَادَانِي مَلَكُ الْجِبَالِ، فَسَلَّمَ عَلَىَّ ثُمَّ قَالَ يَا مُحَمَّدُ، فَقَالَ ذَلِكَ فِيمَا شِئْتَ، إِنْ شِئْتَ أَنْ أُطْبِقَ عَلَيْهِمِ الأَخْشَبَيْنِ، فَقَالَ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا»،
Hz. Aişe’nin (r.a) “Uhud gazvesi’nden daha zor bir gün yaşadın mı?” sorusuna Peygamberimizin (s.a.v) cevabı…
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:
- Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
- “Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim.
Cebrâil bana seslenerek:
- Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:
- Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:
- Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.” (Buhârî rivayet etti.
İsra ve Miraç hadisesi bunların tamamı olduktan sonra zafer olarak geldi. Belki Mekkeye girmeye gücü yetmedi. Ancak müşrik bir adamın civarından girdi. Bu adam Mutam bin Adiy idi. İnsanlar yakından uzaktan ona geliyorlardı. Allah c.c. İsra ve Mirac hadisesini elem verici bu olaylardan sonra yarattı.
Bunu İsra ve Mirac zorluktan sonra mükafat olsun diye yarattı. Darlıktan ve şiddetten sonra genişlik olsun diye yarattı. Zorluktan sonra kolaylık olsun diye yarattı. Alemlerin Rabbi Allah Teala Nebisini s.a.s. i bunların sonunda kendisine şayet yer yüzü halkı sana cefa eziyet ettilerse ey Muhammet göklerin halkı seni bağrına basıyor sana ikramda bulunuyor söylensin diye yarattı.
Şayet yer yüzü halkı Muhammet’i s.a.s. dayanılmaz hale getirirse gökler ona kapılarını gök yüzü gök yüzünü açar. Şayet yer yüzü halkı seni ve davetini inkar ederse gerçekten gök ehli sana ferahlık veriyor. Seni önemseyerek ilgi göstererek etrafında bulunuyorlar. Ey Muhammet sen onların lideri ve imamı oldun. İsra ve Mirac yolculuklarının ikisi de liderliği için oldu. Namaz hususunda ümmet için oldu.
İsra ve Miraç yolculuğu bizlere şunu açıkladı: Şu bir gerçek ki hiçbir zorluk sıkıntı yoktur ki onun ardında mutlaka hediye rahatlık vardır. Hiçbir şiddet yoktur ki onun ardında Allah için şiddet vardır. Hiçbir zorluk yoktur ki onu ile beraber iki tane kolaylık vardır. Bunlar Allah’ın Rabbani iki kanunlarıdır. Gökten gelen kaidelerdir. İlahi sünnetler yaratılışlardır. Bunların her biri İsra ve Miraç yolculuğu ile açıkça ortaya çıkar. Bunlar Hz. Mustafa s.a.s. Efendimizin sayısız şiddetlere, dev gösterişli belalara ve zor imtihanlara uğrayınca meydana geldi.
Bunlardan imanının kuvveti ile, gönlünün genişliği ile, sarsılmaz imanı ile, çelikten dayanağı değneği ile ve en yüksek gayreti ile çıktı. Bunlar Ona sıkıntı ve musibetlere karşı dayanıklılık kazandırdı. Ve onu hayatın dehşetlerine ve zamanın iniş çıkışlarına karşı silahlandırdı.
Mümin olanda böyledir: Zorluklardan daha dirençli ve daha kararlı bir şekilde çıkıyor. Müslümanın insanları Allah'a çağırmada davet etmede bu müjdelere ihtiyacı vardır. Bunlar zorluk ve sıkıntıdan sonra mutlaka bir ferahlığın geleceğine emin olsunlar diye olur. Çünkü Yüce Allah'a giden yol tehlikelerle doludur. Allah’ın c.c. Cennetine giden yol dikenlerle doludur. Yüce Allah, iyiyi kötüden, mümini kafirden, nankör ile şükredeni ve Allah’ı zikreden ile Allah’ı unutanı ayırmak için olaylar ve sıkıntılar meydana getirir.
Allah Teala şöyle buyurdu:
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنٖينَ عَلٰى مَا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَمٖيزَ الْخَبٖيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَبٖى مِنْ رُسُلِهٖ مَنْ يَشَاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِهٖ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظٖيمٌ
Al-i İmran Suresi 3.179 Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.
Allah Teala şöyle buyurdu:
الم
Ankebut Suresi 29.1 Elif Lâm Mîm.
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُوا اَنْ يَقُولُوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
Ankebut Suresi 29.2 İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ
Ankebut Suresi 29.3 Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.
İsra ve Mirac yolculuğu bu yolculuğun anlatımı Kur’an-i Kerimde Mekke’de nazil olan iki surede ‘’Necm Suresinde’’ gelip anlatılmıştır. Bu sure miracın açıklamasını izah eder açıklar.
İsra Suresi ise başlangıcında şu ayet mevcuttur: Allah Teala şöyle buyurdu:
سُبْحَانَ الَّذٖى اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ
İsra Suresi 17.1 Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
İsra ve Miraç yolculuğunun esas hedefi ‘’Ayetlerimizin bir kısmını Muhammet’e gösterelim diye..’’dır. Göklerin ve yerin bilinmeyen alemini gördü. Cenneti ve Cehennemi gördü. İnancındaki katiyeti ve sebatı fazlalaştı. Zorlukları taşıdı. Kesin kararı, samimiyeti takvalığı ve gayreti artar. Dünyanın davetinin aksine çeşitli yönlerine duracaksın. (Arap Müşriklerinin, Yahudilerin, Hristiyanların ve Mecusilerin.) Bunların her bireri mübarek davetin yönünde duracaklardır. Gelecek bu dev döneme terbiye ve hazırlık kaçınılmazdır. Bu cephelerin ve zorlukların her birerini bu kainatta göklerin ayetlerini ve yerlerin ayetlerini Allah c.c. Hz. Muhammet’e göstermek istedi.
Allah Teala şöyle buyurdu:
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى
Necm Suresi 53.13 Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى
Necm Suresi 53.14 Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında.
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى
Necm Suresi 53.15 Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى
Necm Suresi 53.16 O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
Necm Suresi 53.17 Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى
Necm Suresi 53.18 Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Allah Teala şöyle buyurdu:
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّتٖى اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِى الْقُرْاٰنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزٖيدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَبٖيرًا
İsra Suresi 17.60 Hani sana, "Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'an'da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.
Sahih-i Buharide İbn-i Abbastan rivayet edilen şu ayet-i kerime
وفي صحيح البخاري: (عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ – رضي الله عنهما ~
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّتٖى اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِى الْقُرْاٰنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزٖيدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَبٖيرًا
İsra Suresi 17.60 Hani sana, "Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'an'da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.
قَالَ هِيَ رُؤْيَا عَيْنٍ، أُرِيَهَا رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِهِ إِلَى بَيْتِ الْمَقْدِسِ).
İbn-i Abbas bu görüş bedendeki gözün görüşüdür. Resulüllah s.a.s. onları Beyt-i Makdese giderken gördü.
İnsanların duruşu değişken muhtelif oldu. Onlardan bazıları imanları nispetindeydi. Kuvvetli köklü iman sahibi olan isra ve miraca iman etti. Efendimiz Ebu Bekir Es-Sıddık (Allah ondan razı olsun.) gibi. O şöyle söylemişti: ‘’Şayet Muhammet söyledi ise doğru söyledi. Gerçekten ben onu bundan daha uzakta olanları gökteki haberleri dahi tasdik ediyorum.’’
Bu olaydan sonra insanlardan bazıları dininden döndü. Bu olayı kabul etmedi. İsra ve Miraç hadisesi sakinleştirme ve Resulüllah s.a.s. e teselli oldu. Kafir olanlara fitne oldu. İmanı zayıf olanlara imtihan oldu. Onları İsra ve Miraç olayı imanlarını sarstı. Ve kafir oldular.
Bu açıklamalı duruşlarda büyük ilahi hükümler vardır. Ebu Bekrin (Allah c.c. ondan razı olsun.) olayı tasdik etmesinde gaip olana iman etmenin önemini ve ona teslimiyetini meydana çıkarması vardır. Bunu buradaki haberin ne kadarda sahih doğru olduğunu meydana çıkarması olayı vardır.
İmanı zayıf olanların dinden dönmelerinde kafir olmalarında Müslümanların saflarını utançlıklardan düzeltmek vardır. Böylece İslam adamların omuzlarında bulunsun. Adamları zorluklar sarsmasın. Fitneler onları etkilemesin.
Kureyş kafirlerinin Peygamber s.a.s i sen peygamber değilsin yalan söylüyorsun demeleri onların zulme ve küfre devam etmeleri Allah Subhanehu tarafından emir komutayı Medineden gelenlere teslim etmek için hazırlıktır. Bu Peygamber s.a.s. Medine’den gelen kabileleri ziyaret ettiği zaman yardım talep edince tahakkuk etmiştir. Onlarla karşılaştı. Onlara İslamiyet’i anlattı. İslamiyet’i tasdik etmeye ve iman etmeye acele ettiler. Bu İslam Devletinin kurulmasına sebep olması ve Peygamberin davetinin Arap yarımadasında yayılmasına sebep olması içindi.
Sözümü söylüyorum. Beni ve sizleri af etmesi için Allahtan af talep ediyorum.
İkinci Hutbe
İsra ve Miraç
Zorluktan sonra kolaylıtır.
Hamt alemlerin Rabbi Allaha aittir. Ey Allah im! Hamt ancak sana aittir. Sana çokça, temiz ve mübarek olan hamt ile hamt olsun. Sözünün eri olan hamt ve fazlası ile mükafatlandırılan hamt sana aittir.
Allahtan başka ilah olmadığına, tek olduğuna ve ortağı olmadığına şahitlik ederim. Ve yine muhakkak Hz. Muhammed’in Allah’ın cc. Kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim. Ey Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, hane halkına ve sahabesine hepsine salat (dua), selam (esenlik) ve kutlu eyle.
Ey Müslümanlar!
أما بعد أيها المسلمون
Resulüllah s.a.s. bu yolculukta Cenneti ve Cennetin nimetlerini gördü. Cebrail a.s. kendisine kevseri gösterdi. Kevser nehirdir. Allah kevseri kendisine ikram olsun diye Peygamberine verdi. Sahihi Buharide şu hadis mevcuttur. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
ففي صحيح البخاري: (فَإِذَا هُوَ بِنَهَرٍ آخَرَ عَلَيْهِ قَصْرٌ مِنْ لُؤْلُؤٍ وَزَبَرْجَدٍ فَضَرَبَ يَدَهُ فَإِذَا هُوَ مِسْكٌ قَالَ مَا هَذَا يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَذَا الْكَوْثَرُ الَّذِي خَبَأَ لَكَ رَبُّكَ)،
“Cennete girdim, kıyılarında inciden çadırlar bulunan bir nehir gördüm. İçinde akan suya elimi daldırdım. Halis misk olduğunu gördüm.” Bu nedir, ey Cebrail? “diye sordum.” Bu, Allah’ın sana vermiş olduğu Kevser’dir” dedi.
Aynı şekilde: Peygamberimiz s.a.s. şöyle buyurdu:
وفيه أيضا: (عَنِ النَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – قَالَ «بَيْنَمَا أَنَا أَسِيرُ فِي الْجَنَّةِ إِذَا أَنَا بِنَهَرٍ حَافَتَاهُ قِبَابُ الدُّرِّ الْمُجَوَّفِ قُلْتُ مَا هَذَا يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَذَا الْكَوْثَرُ الَّذِى أَعْطَاكَ رَبُّكَ. فَإِذَا طِينُهُ – أَوْ طِيبُهُ – مِسْكٌ أَذْفَرُ»
‘’Ben Cennette yürüyordum. Ansızın bir nehir ile karşılaştım. Onun iki kenarı içi oyulmuş inci kubbelerdendi. Bu nedir? Ey Cebrail dedim. Cebrail bu Rabbinin sana verdiği Kevserdir. Dedi. Sanki onun toprağı miskten daha güzel kokar.’’
Resulüllah s.a.s. azaba uğrayanların hallerinin bazısı üzerinde durdu: İmam Ahmet’in müsnedinde şu hadis-i şerif mevcuttur. Ebi Hüreyre rivayet etti. Resulüllah s.a.s. şöyle buyurdu: ‘’ İsra gecesi çıkarıldığım geceyi gördüm. Yedinci kat göğe gelince yukarıya baktım. (Affan yukarıma baktım. Dedi.) Hemen kendimi gök gürlemesi, yıldırım ve şimşekler gördüm. Peygamber devamında şöyle buyurdu:
ففي مسند أحمد: (عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- «رَأَيْتُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِي لَمَّا انْتَهَيْنَا إِلَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ فَنَظَرْتُ فَوْقَ – قَالَ عَفَّان فَوْقِي – فَإِذَا أَنَا بِرَعْدٍ وَبَرْقٍ وَصَوَاعِقَ – قَالَ – فَأَتَيْتُ عَلَى قَوْمٍ بُطُونُهُمْ كَالْبُيُوتِ فِيهَا الْحَيَّاتُ تُرَى مِنْ خَارِجِ بُطُونِهِمْ قُلْتُ مَنْ هَؤُلاَءِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَؤُلاَءِ أَكَلَةُ الرِّبَا. فَلَمَّا نَزَلْتُ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا نَظَرْتُ أَسْفَلَ مِنِّي فَإِذَا أَنَا بِرَهْجٍ وَدُخَانٍ وَأَصْوَاتٍ فَقُلْتُ مَا هَذَا يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَذِهِ الشَّيَاطِينُ يُحَرِّفُونَ عَلَى أَعْيُنِ بَنِى آدَمَ أَنْ لاَ يَتَفَكَّرُوا فِي مَلَكُوتِ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَوْلاَ ذَلِكَ لَرَأَوُا الْعَجَائِبَ».
أَتَيْتُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِي عَلَى قَوْمٍ بُطُونُهُمْ كَالْبُيُوتِ، فِيهَا الْحَيَّاتُ تُرَى مِنْ خَارِجِ بُطُونِهِمْ، فَقُلْتُ: مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرِيلُ؟ قَالَ: هَؤُلَاءِ أَكَلَةُ الرِّبَا
"Miraç gecesi bir kavme uğradım. Onların karınları evler gibiydi. O karınların içinde de yılanlar vardı. O yılanlar karınlarının dışından gözüküyordu. Ben dedim ki: Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? Cebrail dedi ki: Bunlar faiz yiyenlerdir." İbn Mâce, Müsned,
‘’Dünya semasına inince aşağı tarafıma baktım. Kendimi ufka yükselen bulut, duman ve sesler gördüm. Ey Cibril bu nedir? Dedim. Cebrail. -Bunlar Şeytanlardır. Ademoğlunun gözlerini yerlerin ve göklerin mülkü hakkındaki fikir etmemeleri için onları yanıltıyorlar. Şeytanların bu davranışı olmasaydı Ademoğlu harikalar görürlerdi.’’
İmam Ahmet’in Musnet’in şu hadis mevcuttur. Resulüllah s.a.s. şöyle buyurdu:
حَدَّثَنَا أَبُو عُمَرَ الضَّرِيرُ، أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ السَّائِبِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " لَمَّا كَانَتِ اللَّيْلَةُ الَّتِي أُسْرِيَ بِي فِيهَا، أَتَتْ عَلَيَّ رَائِحَةٌ طَيِّبَةٌ، فَقُلْتُ: يَا جِبْرِيلُ، مَا هَذِهِ الرَّائِحَةُ الطَّيِّبَةُ؟ فَقَالَ: هَذِهِ رَائِحَةُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ وَأَوْلادِهَا ". قَالَ: " قُلْتُ: وَمَا شَأْنُهَا؟ قَالَ: بَيْنَا هِيَ تُمَشِّطُ ابْنَةَ فِرْعَوْنَ ذَاتَ يَوْمٍ، إِذْ سَقَطَتِ الْمِدْرَى مِنْ يَدَيْهَا، فَقَالَتْ: بِسْمِ اللهِ. فَقَالَتْ لَهَا ابْنَةُ فِرْعَوْنَ: أَبِي؟قَالَتْ: لَا، وَلَكِنْ رَبِّي وَرَبُّ أَبِيكِ اللهُ. قَالَتْ: أُخْبِرُهُ بِذَلِكَ قَالَتْ: نَعَمْ. فَأَخْبَرَتْهُ فَدَعَاهَا، فَقَالَ: يَا فُلانَةُ، وَإِنَّ لَكِ رَبًّا غَيْرِي؟ قَالَتْ: نَعَمْ، رَبِّي وَرَبُّكَ اللهُ. فَأَمَرَ بِبَقَرَةٍ مِنْ نُحَاسٍ فَأُحْمِيَتْ، ثُمَّ أَمَرَ بِهَا أَنْ تُلْقَى هِيَ وَأَوْلادُهَا فِيهَا، قَالَتْ لَهُ: إِنَّ لِي إِلَيْكَ حَاجَةً. قَالَ: وَمَا حَاجَتُكِ؟ قَالَتْ: أُحِبُّ أَنْ تَجْمَعَ عِظَامِي وَعِظَامَ وَلَدِي فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ، وَتَدْفِنَنَا. قَالَ: ذَلِكَ لَكِ عَلَيْنَا مِنَ الحَقِّ ". قَالَ: " فَأَمَرَ بِأَوْلادِهَا فَأُلْقُوا بَيْنَ يَدَيْهَا، وَاحِدًا وَاحِدًا، إِلَى أَنِ انْتَهَى ذَلِكَ إِلَى صَبِيٍّ لَهَا مُرْضَعٍ، كَأَنَّهَا تَقَاعَسَتْ مِنْ أَجْلِهِ، قَالَ: يَا أُمَّهْ، اقْتَحِمِي، فَإِنَّ عَذَابَ الدُّنْيَا أَهْوَنُ مِنْ عَذَابِ الْآخِرَةِ، فَاقْتَحَمَتْ
… “Miraca çıktığım gece, bir yerde çok güzel bir koku aldım. Bu kokunun ne olduğunu Cebrail’e sordum.
Dedi ki: “Bu koku Firavun’un kızının berberi/tarakçısı olan kadının ve çocuklarının kokusudur.”
Bu olayın aslını soruduğumda, Cebrail şöyle dedi:
“Bu kadın bir gün Firavun’un kızının saçını tararken, tarak elinden düştü. (onu yerden alırken, gayriihtiyari) Bismillah dedi. Firavun’un kızı “Babam mı? (onu mu kastediyorsun?)” deyince, kadın: “Hayır! Benim kastettiğim benim de senin de babanın da rabbidir.” diye cevap verdi. Firavun’un kızı: “Bunun babama söylerim.” dedi. Kadın da “Evet, söyleyebilirsin.” dedi.
Kızı bunu haber verince, Firavun kadını çağırdı ve: “Kadın! Benden başka senin bir rabbin mi var?” diye sorunca, kadın: “Evet, benim de senin de Rabbi Allah’tır.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Firavun, inek şeklinde bakırdan yapılmış bir heykelin eritilmesini emretti ve heykel eritildi. Sonra kadın ve çocuklarının oraya (eritilen bakırın içine) atılmasını emretti.
Kadın, Firavun’dan bir ihtiyacı/isteği olduğunu söyledi. Firavun kadının ihtiyacı/isteğinin ne olduğunu sordu. Kadın: “Benimle çocuklarımın kemiklerini aynı örtüye sarıp bizi birlikte defnetmeni istiyorum.” dedi. Firavun: “Bu, senin üzerimizdeki hakkındır/bunu yaparım.” dedi.
Firavun’un emriyle, çocukları bir bir kadının gözleri önünde o ateşte eritilmiş bakır çukuruna atıldılar. Nihayet sıra emzirme çağında olan bebeğe gelince, annesi dayanamadı, oldukça gerildi. Bunu gören bebek (Allah’ın izniyle konuşmaya başladı ve) “Anne korkma, atla! Çünkü dünyanın işkencesi ahiretin işkencesinden daha hafiftir.” dedi ve kadın da atladı.
Hakim’in rivayetinde: “Bebek: Anneciğim sabret, şüphesiz sen hak yoldasın, dedi. Ve nihayet kadın bu çocuğuyla birlikte oraya atıldılar." şeklindeki ifadeye yer verilmiştir.
Tercüme Tarih: 01.Şubat.2025
Tercüme Eden: İbrahim SIRMALI
(Emekli Müftü, İcazetli)
Okunuş Tarihi:21.Ocak.2025
https://hamidibrahem.com dan alıntıdır.