Bir süre önce iş için Türkmenistan’a gitmiştim. Sizlere orada tanıştığım bir kişiden bahsetmek istiyorum. Hatıralarımda beni mutlu eden nadir dostlarımdan birisi, Salih Dursun.
Ne hikmettir anlamadım ama namazdan sonra mescidde oturasım geldi. Öylece bir köşeye çekildim ve oturdum. İçimde herhangi bir düşünce yoktu. Sadece dışarı çıkmak istemedim. Çevremde tek tük namaz kılanlar vardı. İlerde bir yerde namaz kılan birisi gözüme takıldı. O kadar güzel namaz kılıyordu ki gözümü ondan ayıramadım. Kalktım yanına yaklaştım. Namazı bitene kadar onu izledim. Öylesine içten dua ediyordu ki onunla tanışmak istedim.
Namazını bitirdi. Kalktı. Kapıya doğru yürümeye başladığında ona yaklaştım. Bana döndü. Göz göze geldik. Yanakları çökmüş, elmacık kemikleri çıkık, ince uzun bir yüzü vardı. Uzun boylu sayılırdı. Anlatılan eski menkıbelerden çıkmış bir dervişe benziyordu. Zayıf bünyesinin üzerinde eski ama temiz, yerel tarz kıyafet taşıyordu. 35 yaşlarında var yoktu. “Selamun aleykum” dedim. Gözlerinde sıcak bir gülümseme ile “Aleykum selam” diyerek karşılık verdi. Sesi ince ve saygılıydı. Sanki daha önceden tanışmışız gibi ikimizin içinde de sıcak duygular hâsıl olmuştu. “Ben Kudret, Türkiye’den geliyorum” dedim. “Sizinle tanışmak istiyorum”. İnce uzun parmaklı, sert ve kemikli eliyle elimi hararetle sıktı. Bir anda kucaklaştık. “Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz” dedi. “Benim adım da Dursun”. Bir süre öylece birbirimize baktık. Sessizliği Dursun bozdu. “Buyrun dışarı çıkalım, size bir çay ikram edeyim.”
Evi mescide çok yakındı. Dışarda beni bekleyen diğer arkadaşım da olduğu halde üçümüz Dursun’un evine doğru yöneldik. Üzerinize yıkılacakmış gibi duran demir kapıdan bir avluya girdik. Bizim girmemizle beraber avlunun sakinleri olan pek çok bakımsız tavuk, hindi ve kuşlar, yan yana inşa edilmiş tek katlı, gecekondu tarzı evciklerin önünden etrafa kaçıştılar. Ev dediğim şeyler küçük odalardan oluşuyor ve her birinde bir aile kalıyordu. Birkaç çocuk neşeyle yanımıza yanaştılar. Meraklı gözlerle bize bakıyorlardı. Az önce yediği şekerin şıra izi kalmış ağzını silmeye çalışan, üstü çıplak, lastikli pantolon giymiş sevimli çocuğun yanından geçerken başını okşadım.
Dursun bizi avluda, demirden ve tahtadan derme çatma yapılmış, ortak kullanıldığı belli olan bir divana oturttu. Dursun misafirlerini ağırlama heyecanı dolu olduğu halde hemen yanımızdan ayrıldı ve çay ikram edebilmek için koşuşturmaya başladı. Yan tarafımızda bir aile yere sofra kurmuş yemek yiyorlardı. Bizi davet ettiler. Kibarca teşekkür ettik. Dursun yöreye has kavun getirdi. Kesti ve dilimledi. Birkaç dilimini yanımızda bizi izleyen çocuklara verdik. Çocukların annesi uzaktan bağırınca, yanımızdan hemen kaçtılar. Ortam çocukluğumu yaşadığım Türkiye’deki Bahçe mahallesine ne kadar benziyordu. Sadece dilleri farklıydı. Sadece görünüşleri farklıydı. Bu arada çaylarımız geldi. Biz çaylarımızı yudumlarken, Dursun eski ince bir kitap getirdi. Hadis kitabıymış. İçinden kendi lisanlarıyla okumaya başladı. Ardından da bizim anlayacağımız şekilde tercüme ediyordu. Çok güzel bir sohbet ile zaman hızla akıp gidiyordu. Onu seyrederken aklıma Vedat abim geldi. Ona ne kadar benziyordu. Dursun da Vedat abi gibi Allah dostlarındandı. Bir anda kalbim duygu dalgalarında sörf yapmaya başladı. Bedenim bir fakirhanenin ortasındaydı ama gönlüm öyle bir sarayın içindeydi ki bunu anlatamam.
Ezan sesinin okşayan nameleri ile namaz kılmak üzere Dursun’un odasına yöneldik. İçeri girerken gönlümün nasıl burulduğunu tarif edemem. En fazla 10 metrekarelik bir odada, sadece yerde serili bir yatak, duvara dayalı tahtadan çakılmış tabak çanağın konulduğu raf vardı. Birkaç parça elbise, sıvaları yer yer dökülmüş beyaz badanalı duvarın üzerine çakılmış çivilerin arasındaki ipe asılmıştı. Eşi yüzünü örterek dışarı çıktığında, Dursun yeni evli olduğunu söyledi. Severek evlenmişler. Acaba kaç kadın böyle bir ortamda kocasını sevebilir ve hala o sevgiyle ona ve misafirlerine hizmet edebilirdi?
Namaz mı kıldık, yoksa namaz mı bizi kıldı bilmiyorum ama harika duygular içinde namazı tamamladık. Dualar ettik. Birbirimize sarıldık. Huzur ve mutluluk aldık, sevgi ve mutluluk verdik. Tekrar görüşmek ve paylaşmak ümidiyle, bedence ve sevgiyle ayrıldık oradan. Dursun ile hala görüşmeye devam ediyorum. Çünkü O benim salih kardeşim.
“Mü’min mü’min’in kardeşidir” (Hadis-i Şerif)
Evet, Salih Dursun hala orada ve onda olmayıpta bizde olan ama bizim göremediğimiz, farkında bile olamadığımız pek çok şey için, gülümsemeye devam ediyor. Biraz düşünelim bakalım. Acaba gülmek için o kadar çok şeyimiz varken, bu gülme fakirliğimiz neden? Peki, onda olup da bizde olmayan nedir? Nasıl oluyorda bunca fakirliğe rağmen hala Salih Dursun gülebiliyor? Aslında bu soruların cevabı çok basit dostlarım.
Çünkü O, gülmenin şükretmek olduğunu biliyor.
Sevgi ışığınız, kalbiniz rehberiniz olsun.
Kudret Uğurlu Eminsoy