UNUTULAN BİR AHLÂK; İSLÂMI YAYMAK
Ne hazindir ki biz Müslümanlar sahip olmamız gereken maharetlerimizi kaybetmiş gibiyiz. Sanki el değiştirmişler de bize ahı ile vahı kalmış. Evvelce dinimizi yaymak için öylesine bir seferberlik yapılmaktaydı ki bu uğurda atalarımızın dünya üzerinde gitmediği yer kalmamıştı. Bakın, araştırın, hangi ülkeye, hangi coğrafyaya giderseniz gidin, orada mutlaka bir sahabe mezarı yahut bir şehitlik görürsünüz. Mübarek sahabeler, Allah’ın emirlerini tüm insanlığa anlatmak ve yaymak için diyar diyar gezerek rahatlarını Allah rızası için terk etmeyi, başlarına gelen onca kötülüklere sabretmeyi, hastalanmayı, aç susuz kalmayı, gerektiğinde savaşarak yaralanmayı ve hatta şehit olmayı, Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem dizinin dibinde oturmaya tercih ettiler.
Onlardan sonra gelenler de aynı yolu izlediler. Sevgiyle, aşk ile barışı, adaleti, rahmeti, ilmi taşıdılar. Her şeye rağmen bunu bir görev bildiler ve hayatlarının amacı saydılar. Çok çalıştılar, yılmadılar ve kendilerinden sonrakilere bu mücadeleyi miras olarak bıraktılar.
BİZE BIRAKILAN MİRAS
Peki, günümüzde onların mirasçıları olan biz Müslüman evlatları, acaba bu mirasa ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Böyle bir mirastan bazılarımızın haberi bile yok. Çok büyük, küresel bir oyunun senaristleri ve oyuncuları olan karanlık güçler tarafından sinsice yürütülen iman yozlaşmasının tam ortasındayız.
Allah’a olan inançlarımız dahi zorlanmaktadır. Eskiden pek değerli olan farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar, haramlar, mekruhlar ve müfsitler birer birer yok edilmektedir. En ortada duran iman kalesinin etrafına çekilmiş surlara benzeyen bu kavramlar teker teker yıkılmakta ve iman ele geçirilmektedir.
SİNSİ BİR NARKOZ ALTINDA UNUTTURULAN DEĞERLERİMİZ
Öyle bir narkozun tesirindeyiz ki maalesef başımızın belada olduğunun bile farkında değiliz. Narkoz olarak entelektüel kavramlar şırınga edilmektedir. Bir sarhoşun bir gecelik hayali mutluluğu gibi narkozun etkisiyle bu kavramların karanlığı, bize aydınlık olarak gösterilmektedir. Örneğin eskiden faizin ne kadar büyük günah olduğunu bilen dedelerimize rağmen bugün her köşe başındaki bankaların yanından alakasızca geçebiliyor ve kredi kartlarıyla alışveriş günlük hayatımızın vazgeçilmez bir realitesi haline gelebiliyor. Eskiden setr-i avret vazgeçilmez bir ahlak kaidesi iken, bu gün sokaklardaki, sahillerdeki giyim kuşamımızın çıplaklığı, çağdaşlığın ifadesi haline gelebiliyor. Eskiden kılık ve kıyafetimizdeki, davranış biçimlerimizdeki örnek aldığımız, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem olmasına rağmen, bu gün ne olduğu belli olmayan, bir anda ortaya çıkarılıp meşhur edilen, sanatçılık adına hakaret sayabileceğimiz, karanlıklara hizmet eden şaşkın, bir takım uşaklar, gençlere idol yapılarak, garip kılık kıyafet örnekleri sergiliyorlar. Davranışlarıyla gençlere fuhşu, kumarı, uyuşturucuyu, ahlaksızlığı sıradan normal olaylarmış gibi gösteriyor, öğretiyorlar. Çalışkan hakarete uğruyor, ahlaklı olana saf deniyor.
MANEVİ DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ
Kavramlar yer değiştirmiş, ne yazık ki farkında değiliz, yitip gidiyoruz. Günahı ahlak kabul etmenin şaşkınlığı içinde bocalıyoruz. En acil şekilde kendimize gelmeliyiz. Şiddetle uyarıyorum. Manevi değerlerimize sahip çıkmalı ve en başta da dinimizden utanmamalıyız. Dindar olmak utanılacak bir şey değildir. Allah’ın yolundan yürümek, doğru olmak, dürüst yaşamak her kula nasip olmaz. Hele hele bu devirde. Ne mutlu o kimselere ki hayatlarını ahlak üzere yaşarlar ve iman ile ölüp, Allah’ın rızasını kazanmış olarak cennete girerler. Bir din büyüğümüz, Allah dostu, İnsan-ı kâmil Kamil Babamız bir gün bir sohbetlerinde şöyle buyurmuş ve mücadelesini anlatmıştı:
“İslam’ı, Türk milletini bu hale getirdiniz. Dört yüz sene, beş yüz sene bihakkın çalıştınız, çabaladınız, Ümmet-i Muhammedi, Türk milletini, Türk insanını bu hale getirdiniz. Yani hala da devamda benden daha çok inatçısınız. Hala da bu hal yetmiyor sizlere, hala da bu halin dışında benden daha çok inatçısınız, ıslahatçısınız ve de denileni yapıyorsunuz. Allah, Hazreti Allah bunu sizin yanınıza koyar mı? Ama Hazreti Allah sizin gibi insan olmadığı için, kul olmadığı için, maddeden olmadığı için, bin senede geçse, on bin senede geçse, yüz bin senede geçse, Hazreti Allah, layığınızı, layığımızı vermesi mukadderdir.”
MİSYONER FAALİYETLERE DİKKAT!
Tezgâhlanan bu oyunların maşalarından, en bariz piyonlarından birisi de görmezden geldiğimiz misyonerlerdir. Çevremizi sarmış, ellerini kollarını sallayarak her türlü propagandayı serbestçe yapmaktalar. Misyoner diye bir dini yaymak için, başka yerlerde bulunanlara diyoruz. Pratikte ise Hıristiyanlığı yaymaya çalışanlar için kullanılmaktadır. Yüzyıllardır topraklarımızda faaliyet gösteren misyonerlerin sayılarında son yıllarda büyük artış yaşanmaktadır. İlginç olansa binlerce kilometre mesafelerden, evlerini barklarını bırakıp da buralara dinlerini yaymak için gelmeleridir.
Geçmişte bize ait olan Allah için Hakkı yaymak maksadıyla yollara düşmek ve insanları Hak yolunda aydınlatmak görevimizi sanki bize hatırlatmaktadırlar. Bir zaman önce Avrupalı bir zat şöyle demişti. “Size neden bu vaziyette olduğunuzu söyleyeyim mi?” Biz de “Nedenmiş?” diye sorunca şu ibretlik cevabı vermişti. “Bugün biz sizin dedeleriniz gibi yaşıyoruz, siz de bizim dedelerimiz gibi yaşıyorsunuz.”
Bu söze ne kadar çok içerlesem de sanki kalbime ve beynime inen bir kırbaç etkisiyle daha fazla gayretle çevreme dinimi anlatmaya çalıştım. Anladım ki ortalığı boş bırakmamak gerek. Önce öğrenmek sonra da öğretmek gerek. İşin aslını bilmek sonra da bildirmek gerek. Önce vasiyete uymak sonra da uydurmak gerek. En önemlisi de bizden sonraki nesle vasiyet edecek bir şeyler bırakmak gerek ve inşaallah vasiyetin yanı sıra vasiyetle beraber vasiyetimizi bırakacak bir nesilde bırakmak gerek. Acilen herkes görev başına! Önce kendimize sonra da geleceğimiz olan yavrularımıza özümüzü, sözümüzü, dinimizi, imanımızı öğretelim. Karanlık güçlere karşı uyanık olalım ve bizi zehirlemelerine izin vermeyelim. Dedelerimizin kemikleri sızlıyor. Haydi, biraz çalışalım.
Sevgi ışığınız, kalbiniz rehberiniz olsun.
