İbrahim Sırmalı

Tarih: 03.08.2025 14:22

Abese Suresi'nin Amaçları

Facebook Twitter Linked-in

Abdullah bin Ümmü Mektum: O kör adam, gözleriyle gören ama kalpleri kör olan bu gibilerle dolu yeryüzünden daha hayırlıdır. 

Öyleyse ondan ve benzerlerinden yüz çevirip böylelerine yönelmeyin. Onun körlüğünde bir hayır vardır. Sabreder ve kıyamet günü cennete kavuşur. Diğer inanmayan bu kimselere gelince, kalplerinin körlüğü onları cehenneme sokar. ve onlar...

       Birinci Hutbe

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O'na hamdederiz. O'ndan yardım dileriz. O'na tövbe ederiz. O'ndan hidayet ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. 

Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur. Artık onun için asla doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. 

Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, O birdir, ortağı yoktur ve yine şehadet ederim ki Peygamberimiz (s.a.v.) Allah'ın kulu ve elçisi, mahlukatı arasında seçkini ve candan dostudur. 

O, tebliğ etti, emaneti yerine getirdi, ümmetine nasihatte bulundu ve Allah onunla sıkıntıları giderdi. Allah yolunda, kendisine yakin ölüm gelinceye kadar, O'na yaraşır bir cihatla cihad etti. 

Rabbimin salat ve selamı rahmet peygamberi ve hidayet elçisi Peygamberimiz Muhammed'in (s.a.v.) üzerine olsun. Allah'ın salatı ve bereketi O'na, ailesine, ashabına ve ondan sonra gelen hidayet üzere olanların üzerine olsun. Ey Âlemlerin Rabbi, bize rahmetinle muamele eyle.

Değerli kardeşlerim. Bugünkü konumuz "Abese Suresi" ve bu surede Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ile ilgili bir durum veya olay anlatılıyor: 

Kureyş ileri gelenleri Peygamber Efendimiz'den, kendilerini mecliste fakir veya sıradan Müslümanlarla eşit muamele etmemesini veya en azından Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ile görüşebilecekleri özel bir meclis oluşturmasını istediler. Birincisi zordur ve Yüce Allah onu bundan men ederek şöyle buyurdu:

وَلَا تَطْرُدِ الَّذٖينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ يُرٖيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَیْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَیْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمٖينَ

Enam suresi 6.52 Rab'lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.

Başka bir ayette ise onları samimi ve dürüst insanlar olarak nitelendirmiş. Ve ey Muhammed -Allah ona salat ve selam etsin- onları kendinizden kovmayın demiştir:

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذٖينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ يُرٖيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرٖيدُ زٖينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰیهُ وَكَانَ اَمْرُهُ

Kehf suresi 18.28 - Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.

Fakat Kureyş ileri gelenleri geldi ve Peygamber (s.a.v.) onlarla bu asil fikri paylaştı ve şu yakın uzlaşmaya vardı: İslam'a girinceye kadar başlangıçta onlar için özel bir meclis oluşturmak. 

Bu insanlar İslam'a girince, Mekke'nin tamamı İslam'a girdi ve bundan sonra aralarında tevazu ve Müslümanları birbirine bağlayan diğer anlamlar hâkim oldu.

       Bu, Peygamber Efendimiz'in -Allah ona salât ve selâm etsin- düşüncesi ve bu konudaki planıydı. Fakat...Allah Teala şöyle buyurdu:

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ اَخٖيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ اَخٖيهِ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَاْخُذَ اَخَاهُ فٖى دٖينِ الْمَلِكِ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ وَفَوْقَ كُلِّ ذٖى عِلْمٍ عَلٖيمٌ

Yusuf suresi 12.76 Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf'a böyle bir plan öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. 

Allah'ın ilmi daha büyüktü. Allah'ın ilmi daha genişti. Allah'ın bakış açısı daha uzak ve daha akıllıydı. Peygamber (s.a.v.) ise bu insanlarla kapalı bir salonda değil, belki mescidinde veya açık bir yerde oturuyordu. 

Allah, "Abdullah bin Ümmü Mektum" adında kör bir adamı gönderdi. Ve Allah onu bu özelliğiyle Peygamber'e (s.a.v.) gelmesi için seçti. O, bu sırada evinden özellikle çıktı ve kör olduğu halde, Peygamber'e (s.a.v.) ulaşana kadar yol sıkıntılarına katlandı. 

Bu çıkıştan Allah'ın dinini daha da öğrenmekten başka bir amacı yoktu. Ve kalbi ve dini daha da fazla öğrenmek için olan azmiyle çabalayarak Peygamber'i (s.a.v.) hedef alarak gitti. Ve başka hiçbir yol veya başka bir çıkar amaçlamadı. Bu sadece bilgi içindir.

       Fakat Allah onun kör olmasını diledi. Öyle ki Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna çıktığında, Resulullah (s.a.v.)'in ne ile meşgul olduğunu, kiminle oturduğunu ve ne ile oturduğunu görmeyecekti. Dolayısıyla bu takdiri ve işi takdir edemeyecekti. Eğer görebilen başka biri olsaydı, o da durumu görürdü. 

Peygamber (s.a.v.), "Şimdi meşgulüm, onunla sonra konuşurum" dedi. Ve böyle devam etti. Fakat bu kör adamın bir mazereti var. Görmüyor. Ve Peygamber'e (s.a.v.) "Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana öğrettiklerini bana da öğret?" dedi. 

Veya başka bir ifadeyle -ki bu konuda birçok rivayet vardır.- Kureyş ileri gelenlerine konuşurken Peygamber (s.a.v.) mahcup oldu. 

Eğer onlardan yüz çevirip Abdullah ibn Ümmü Mektum'a gitseydi, Kureyşliler onu terk etmiş olurlardı. Ve Peygamber (s.a.v.)'in bütün hayırlarını umduğu bu iş boşa giderdi. Eğer ona cevap vermeseydi, Abdullah, Peygamber (s.a.v.)'in kendisine neden cevap vermediğini anlamadığı için isteğini tekrarlamaya devam edecekti. 

Bu yüzden isteğini tekrarlıyordu. Belki duymadı. Belki de dikkat etmedi. Ben ona tekrar edeceğim. İşte böyle oldu. Abdullah, Allah ondan razı olsun, isteğini tekrarlamaya devam etti. Ve Peygamber (s.a.v.) iki taraf arasında mahcup oldu. 

Kiminle konuşsun. Kime yönelsin ve ne yapsın? Bu konuda bir karar veremedi. Ve Abdullah'ı görmezden geldi. Abdullah, bize tahammül edebilecek bir Müslümandır. Biz de ona daha sonra anlatalım ki meseleyi anlasın.

Allah Teala, Peygamber (s.a.v.)'i yaptıklarından dolayı kınamak ve Abdullah bin Ümmü Mektum adlı kör adamın, gözleriyle gördükleri halde kalpleri kör olan yeryüzü dolusu insanlardan daha hayırlı olduğunu bildirmek için bu ayetleri indirmiştir. 

Öyleyse ondan ve onun gibilerden yüz çevirip böylelerine yönelmeyin. Onun körlüğünde bir fazilet vardır. Zira O, buna sabreder ve kıyamet günü bu sebeple cennete kavuşur. İnanmayan bu kimselere gelince, kalplerinin körlüğü onları cehenneme sokar. Ve sana iman etmezler. Ey Muhammed (s.a.v.)

Ayetler dünyaya bir ders vermek için nazil olmuştur: Din en değerli şeydir. Din değerlidir. Öyleyse onu insanların peşinden koşmayın. Bilakis onu kafirlere gösteriş olsun diye sunun. Onu alan onurlu olacak. Ve tacı takacak. 

Dinden yüz çeviren ise yüz çevirecektir. Öyleyse din değerlidir. Ve dini almayan işte o kişi, aşağılanan, mahrum bırakılan ve kendini engelleyen kişidir.

Bu ayetler, Peygamber Efendimiz'e -Allah ona salat ve selam etsin- dinin şerefini öğretmek ve istemeyene ancak kendisi için değerli olan bir teklif verileceğini öğretmek için bu olay hakkında nazil olmuştur. 

Ancak ne ona ısrar etmeli, ne de peşinden koşmalıyız. Kim de çabalayarak ve kendini isteyerek gelirse, onu kabul etmeli ve istediğini vermeliyiz. İşte bu, açık bir kalple ve karşılık vermeye hazır olarak gelendir. Bu yüzden onu asla ihmal etmeyin. Bu, İslam'a davette bulunanların faydalanacağı büyük bir derstir -Allah hepimizi onun aracılığıyla faydalandırsın.

       Dolayısıyla bu surenin bağlamı şu şekilde olmuştur: Allah-u Teâlâ, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i Abdullah bin Ümmü Mektum'dan yüz çevirmesi sebebiyle ikaz etmektedir. 

Fakat Kerem ve Halîm olan Allah, sevgili Peygamberini -sallallahu aleyhi ve sellem- ikaz etmekte. Ve onu en büyük bir yumuşaklıkla ikaz etmektedir. Ki, O'nun şanı yüce olsun. Ki, sevdiğin birini ikaz edersen, sevdiklerinin en sevgilisi hanımındır. Hanımının en sevgilisi de kocası ve çocuklarıdır. Yani Müslüman kardeşlerimizdir. Sevdiğin birini ikaz edersen, ikazında yumuşak ol ki ona karşı kalbini kapamayasın.

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 

عَبَسَ وَتَوَلّٰى

Abese suresi 80.1-2 Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. 

Bu kimdir? Bu çıkışmayı doğrudan Peygamber'e -Allah ona salat ve selam etsin- hitab etmemiş. Bilakis şöyle buyurmuştur. (Kaşlarını çattı ve yüz çevirdi). "Kör adam sana geldi diye sen kaşlarını çattın ve yüz çevirdin" dememiştir. Bilakis hitabı ondan, tanımadığı bir kimseye çevirmiştir. Yani kör adam kendisine geldiği için adam kaşlarını çattı ve yüz çevirdi.

Sonra ona şöyle dedi: 

وَمَا يُدْرٖيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰى

Abese suresi 80.3 (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, 

Bu ortaya çıktı. Ve ona bir vaaz verdiğinde, bundan faydalanacağı ve şöyle cevap vereceği umuldu: 

وَمَا يُدْرٖيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰى

Abese suresi 80.3 (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, 

اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرٰى

Abese suresi 80.4 Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. 

Ve yaptığından dolayı onu azarladı ve şöyle dedi:

اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰى

Abese suresi 80.5 Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; 

Yani, o kendi kendine yetendir. Senden, dininden ve şeriatından bağımsızdır. Ve sana sırt çevirmiştir: 

اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰى

Abese suresi 80.5 Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; 

فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰى

Abese suresi 80.6 Sen, ona yöneliyorsun.

Çevresinde dolanırsın. Önüne çıkarsın ve durup onu durdurursun. Allah’ın Sözü konusunda onu ikna etmeye çalışırsın. Dönüp durmasın, dönsün. Zira Allah'ın ona ihtiyacı yoktur. Sen tebliğ ettin. Hepsi bu. Bu seni ilgilendirmez. 

اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰى

Abese suresi 80.5 Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; 

فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰى

Abese suresi 80.6 Sen, ona yöneliyorsun. 

وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰى

Abese suresi 80.7 (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! 

Eğer iman etmezse, şirkten ve küfürden arınmazsa, senin sorumluluğun nedir ey Muhammed? Senin onlarla hiçbir ilgin yoktur. 

وَلَا تَطْرُدِ الَّذٖينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ يُرٖيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَیْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَیْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمٖينَ

Enam suresi 6.52 Rab'lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun. 

Tebliğ ettiğin ve sorumluluklarını yerine getirdiğin sürece onlardan sorumlu tutulmayacaksın. 

(Sana gelene gelince) Kur'an'daki ifadeye bak. Ey Muhammed, senden başka bir hedefi yoktur. O, sana özel olarak geldi. Ve "geldi" demedi. Bir ihtiyacı için geldi. Ve Peygamber'i buldu. Dedi ki: O Peygambere (salat ve selam üzerine olsun) soracağım. Veya ondan öğreneceğim. 

(Sana geldi) O ama, evinden çıkmadı. Ve ben de onu evinden ancak sana gelmek için çıkardım. Yeryüzünde koşarak çabalar. Fakat gözü hasta olan yolda koşmaz. Zira yol tehlikelidir. Bilakis, buradaki çaba, bir arzuyla çabalamaktır. İşle ilgili ve ona meraklı olarak geldi. 

وَاَمَّا مَنْ جَاءَكَ يَسْعٰى

Abese suresi 80.8 Fakat sana koşarak gelen, 

وَهُوَ يَخْشٰى

Abese suresi 80.9 Allah’tan korkarak gelmişken, 

Korku, takdir etmek, her şeyi kıymet ve değerine göre takdir etmektir. O ama kör, size gayret ederek geldi. Bilginin, anlayışın, dinin ve Yüce Allah'a yakınlığın kıymetini bilerek geldi. 

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰى

Abese suresi 80.10 Sen onunla ilgilenmiyorsun! 

Bu kâfirler yüzünden mi ondan uzaklaşıyorsunuz? (Hayır! Hayır!) Burada (Hayır!) şu anlama gelir: Hayır, ey Allah'ın Peygamberi. Bir daha böyle bir şey yapma. 

(Hayır!) Öyleyse mesele nedir? Nasıl olacak? 

كَلَّا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌ

Abese suresi 80.11 Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür. 

Yalnızca hatırlamak gerekir. Kim hatırlarsa hatırlar. Ve söylediğimiz gibi ona iyilik ve şeref verilir. Kim yüz çevirirse yüz çevirir. Ve bela ve ziyan onun üzerine olur. Ne Allah'a ne de sana hiçbir zarar verilmez:

كَلَّا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌ

Abese suresi 80.11 Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür.

فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ

Abese suresi 80.12 Dileyen ondan öğüt alır.

Kimin bir arzusu varsa, kimin bir isteği varsa. 

فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ

Abese suresi 80.12 Dileyen ondan öğüt alır. 

Nereden? Kur'an! Ve Kur’an nereden geldi? 

فٖى صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍ 

Abese suresi 80.13 O Kur'an, (Levh-i Mahfûz'da, Allah katında) çok şerefli sahifelerdedir. 

Sayfaların kendisi yüceltilmiştir. Öyleyse Kur'an sayfalarına da yüceltin. Kur'an'ın yazılı olduğu sayfalara da. İster nüsha halinde olsun ister başka bir şekilde, yüceltin. Zira Kur'an sayfaları yüceltilmiştir. Bu Allah'ın kanunudur.

مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍ

Abese suresi 80.14 Ki saygı ile yükseltilmiş, tertemizdirler. 

Ayrıca, onu her şeyin üstüne yüceltin. Kur'an'ı her kitabın üstüne koyun. Ve söz, eylem ve uygulamada Kur'an'ı her şeyden üstün tutun. Her zaman ilk ve en önemli şey Kur'an'dır: 

مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍ

Abese suresi 80.14 Ki saygı ile yükseltilmiş, tertemizdirler. 

Levh-i Mahfuz'da, Kur'an bize vahyedilmeden önce sabittir. Ve Kitap orada muhafaza edilmiştir: 

لَا يَمَسُّهُ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَ

Vakıa suresi 56.79 Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir. 

Ona ancak bir melek dokunabilir. Ona hiçbir insan erişemez. Ve hiçbir cin veya şeytan yaklaşamaz. Levh-i Mahfuz'u korumakla yalnızca melekler görevlendirilmiştir. 

Bu sayfalar, ihtişam ve görkemleriyle: 

بِاَيْدٖى سَفَرَةٍ

Abese suresi 80.15 Değerli ve güvenilir yazıcıların elleriyle (yazılmıştır). 

Yani elçiler elinde. 

كِرَامٍ بَرَرَةٍ

Abese suresi 80.16 Değerli ve güvenilir yazıcıların elleriyle (yazılmıştır). 

Melekler her zaman cömert olarak tasvir edilirler. Sadece ellerinde cömert olmakla kalmazlar. Çünkü zenginlikleri yoktur. Daha ziyade tabiatları cömert, kalpleri cömerttir. En yüce göklerde olduklarını hayal edin. 

Bazıları Rahman'ın tahtını taşır. Ancak bize ihtiyaçları yoktur. Ve bizimle hiçbir bağlantıları yoktur. Yine de bizim için dua eder ve af dilerler. Öyleyse cömert midir, cimri midir? Cömerttirler. 

Eğer melekler cimri olsalardı -Allah korusun- bizimle Allah arasına fitne sokar, O'nu bize karşı öfkelendirirlerdi: "Kulların şöyle şöyle yapar, şöyle şöyle günah işler, isyan eder ve Allah'a ortak koşarlar ki, bize karşı Allah'tan yardım istesinler." Fakat onlar, asil tabiatlarından dolayı bizim için Allah'tan af dilerler. 

Tıpkı şu duada olduğu gibi: 

اَلَّذٖينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهٖ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَیْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذٖينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبٖيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحٖيمِ

Mumin suresi 40.7 Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O'na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru." 

Gafir Suresi'nde ve diğer meleklerde insanlara karşı güzel bir dua. Onlar cömerttir, cimri değildir. Bizden vahiyden hiçbir şey gizlemezler. Allah'ın emrinden de hiçbir şey saklamazlar. Allah'ın kendilerine emrettiği her şeyi, Resûlü'ne (s.a.v.) iletirlerdi. Cebrail de iletti. Ve O, bir şey gizlemiyor. 

كِرَامٍ بَرَرَةٍ

Abese suresi 80.16 Değerli ve güvenilir yazıcıların elleriyle (yazılmıştır). 

(Abese: 16) Salih kişi, hakkını sahibine veren, hakkını sahibinden gizlemeyen, herkese adaletle davranan kişidir.

Bu sebeple nazil olan ayetler, ki bu surenin ilk kısmıdır. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) yumuşak bir sitemle son bulmuş. Allah'a davette nasıl davranması gerektiğini O'na öğretmiş. Ve kendisinden sonra gelenlere de dinin ve Kur'an'ın büyüklüğüne dikkat çekmeyi öğretmiştir. 

Bunun içindir ki, ariflerden bazıları, yani aklın ördüğü hikmetli sözlerden biri şöyle demişlerdir. "Domuzların boyunlarına inci asmayın." Eğer değerli bir inciniz, bir altın paranız varsa, onu bir domuzun boynuna gerdanlık yapmayın. 

Bilakis, cahil Araplar, hayvanlara bir şey astıklarında, boynuna bir ayakkabı veya bir çift ayakkabı geçirirler, ondan bir ip sarkıtırlar veya ondan aşağılayıcı bir şey asarlardı. 

Hayvanların ve domuzların boyunlarına ancak inci ve mücevher asılır! Aklın reddettiği şey budur. Din, Allah'ın yeryüzü insanlarına bahşettiği en büyük inci, en büyük mücevher, en büyük nimettir. Ve bu sebeple domuzların boynuna asılmamalıdır. 

Kafir olan kimsenin iman etmediği sürece dini bilgi edinmesi hayvanların ve domuzların boynuna inci ve mücevher asılması gibidir. 

Allah, Musa'yı, lanetli Firavun'a gönderdi. Bunu, bir önceki "Naziat Suresi"nde öğrenmiştik: 

اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى

Naziat suresi 79.17 "Haydi Firavun'a git! Çünkü o azmıştır."

فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰى اَنْ تَزَكّٰى

Naziat suresi 79.18 "Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?  

Ona Firavuna, "Bu mesajı al ve onunla amel et" demedi. Belki de o, buna layık değildir. Veya değerini veya kıymetini bilmiyordur. Aksine, ona sundu. Değerini bilseydi alırdı. Değerini bilmezse bırakırdı. Mesaj, tüm heybetiyle, ihtişamıyla ve azametiyle kaldı: 

فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰى اَنْ تَزَكّٰى

Naziat suresi 79.18 "Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?   

وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰى

Naziat suresi 79.19 Seni Rabbine ileteyim de O'na karşı derinden saygı duyup korkasın!" 

Sunuluyor ve bu nedenle şöyle deniyor: "Din, kâfire sunulur, dayatılmaz." Biz hiç kimseye İslam'a girmesi için bir zorunluluk yüklemiyoruz. Onları zorlamıyoruz ve zorlamıyoruz.

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّٖى وَاٰتٰینٖى رَحْمَةً مِنْ عِنْدِهٖ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ

Hud suresi 11.28 Nûh dedi ki: "Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?" 

Bu dinin gerekleriyle yalnızca dini kabul eden Müslüman yükümlüdür. Ve onun sistemine ve kurallarına uyması zorunludur. Din, yalnızca kâfirlere dayatılmaz. Onlara sunulur. Aramıza katılıp katılmamanız size, görüşünüze, tercihinize, sevginize, aklınıza ve bilincinize bağlıdır. Ancak kimse sizi zorlayamaz.

       Din kıymetlidir: 

كَلَّا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌ

Abese suresi 80.11 Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür. 

فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ

Abese suresi 80.12 Dileyen ondan öğüt alır. 

فٖى صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍ

Abese suresi 80.13 O Kur’an, (Levh-i Mahfûz’da) değer verilen sayfalar içindedir

مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍ

Abese suresi 80.14 Ki saygı ile yükseltilmiş, tertemizdirler. 

بِاَيْدٖى سَفَرَةٍ

Abese suresi 80.15 Değerli ve güvenilir yazıcıların elleriyle (yazılmıştır). 

كِرَامٍ بَرَرَةٍ

Abese suresi 80.16 Değerli ve güvenilir yazıcıların elleriyle (yazılmıştır).

Dolayısıyla o, bilgiden, gökten geldi. Ve topraktan, çamurdan çıkmadı. 

اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءَهُمْ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزٖيزٌ

Fussilet suresi 41.41 Kur'an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.

Öyleyse onu yüceltin. Onurlandırın. Onu yüceltenleri yüceltin. Onu koruyanları koruyun. Ve onu okuyanların hayatlarını okuyun. 

İşte bunlar Kur'an'ın kahramanlarıdır. İşte bunlar, Allah'ın -Mübarek ve Yüce- mesajlarını koruyan, onları israf etmeyen ve karalamayan tarihteki büyük şahsiyetlerdir.

Sonra sure başka bir konuya giriyor. Ama aynı konuyla ilgili bir konu. Bunlar kâfirdi. Halbuki Allah'ın malı, şerefi, gururu var. Bir itibarı var. Halkın önderleridirler. Onlar için: ileri gelenler denir. Yani, onları gözü doldururken görüyorsun. 

Şu adama bak. Görünüşü büyük. Ama gönlü ve aklı serçe aklı. Katırların bedeni, serçelerin aklı. Onunla konuş. Onu önemsiz ve akılsız görürsün. Allah'ı tesbih ederim! Görünüşü onu göstermez. Bedenine bakan gönlünü ve sözlerini görmez. 

Öyleyse gönlü açığa çıkaran dildir. Hikmet sahibi de şöyle buyurmuştur: "Kişi dilinin altında gizlidir. Böylece konuştuğu zaman tanınır." Sözlerini değerli bulursun. O da değerlidir. Sözlerini önemsiz bulursun. O da önemsizdir. Büyük ve haşmetli görünüşüne rağmen bunların hiçbiri fayda vermez. 

Kalbi ahmak, sözü ahmak, görüşü hikmetsizdir. Bu yüzden ona itibar edilmez. Dini inkâr eden, Kur'an'ı inkâr eden ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında yalan söyleyen bu kâfirler. Allah'ın onlar hakkında: 

قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَا اَكْفَرَهُ

Abese suresi 80.17 Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! Buyurdu.

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فٖيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَیْءٌ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

Şura suresi 42.11 O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

(Öldürüldü) yani lanetlendi. Allah'ın laneti bu kâfir insanın üzerine olsun. (Ne kadar nankör) yani onu kâfir yapan şey! 

Çevresindeki dünya ve hatta kendi ruhu bile ona bu evrenin bir Yaratıcısı olduğunu, bu Yaratıcının Tek olması gerektiğini ve bu Tek'e -O'nun şanı yücedir.- Tek başına, ortağı olmaksızın ibadet edilmesi gerektiğini söyler. 

Çünkü ne göz ne de kulak O'nun gibi bir şey görmüş ve duymuştur. Biz ne bir kimseyi duyduk ne de gördük. O, "Gökleri yarattım" veya "Gökler gibi göklerim var." Veya "Güneş gibi bir güneşim var."Veya "İnsanlar ve cinler gibi bir yaratık yarattım!" der. Kulak hiçbir zaman duymamış, göz hiçbir zaman görmemiş ve insanın yüreğine Allah’ın bir benzerinin -O'nun şanı yücedir.- Var olduğu hiç gelmemiştir. Zira O, Kendisi hakkında şöyle der: 

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

İhlas suresi 112.4 "Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir." 

Ey Allah'ın akıl verdiği akıllı insan! Aklınla düşünseydin, bu kâinatın tesadüf olamayacağını bilirdin. 

Bu küçük telefon, yazı yazdığımız bu kalem, bir defterde sıralanmış bu kağıtlar, aklın tesadüfen var olması imkânsızdır. 

Bir zamanlar taştılar. Ve böyle bir şeye dönüştüler. Ve böylesine basit bir yaratılış, aklın böyle olması imkânsızdır. Bilakis akıl, gözleri kapalı olsa bile, bu yaratılışın bir Yaratıcısı olduğuna teslim olur. Peki ya takımyıldızları olan bir gökyüzü? Ve vadileri olan bir yeryüzü? Ve dalgaları olan denizler? Ve hepsini çiftler halinde yarattı? 

Bu, Yüce bir Allah’ın varlığına işaret etmiyor mu? Ve bu kâinatın ve bu yaratılışın tek bir sistem içinde düzenlenmesi, işlerini yöneten ve idare edenin tek bir Yaratıcı ve tek bir Rab olduğuna işaret etmiyor mu? 

Bütün bunları yaratan ve idare eden, yarattıklarının kendisine şükretmesini ve ibadet etmesini hak etmiyor mu? Ve O'ndan başka ibadete layık olan kimdir? Bize tek bir nimet veren kimdir ki, O'na ibadet edelim? 

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْپَرُونَ

Nahil suresi 16.53 Size ulaşan her nimet Allah'tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O'na yalvarır yakarırsınız. 

O halde siz, yalnızca size bütün nimetleri verene ibadet edin.   

قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَا اَكْفَرَهُ

Abese suresi 80.17 Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o!  

Nasıl kâfir olur? Bu ayetler, bir kâfirin İslam'a girmeden önce söylediği ayetlerdir.

Ve O -O'nu tesbih ederim- 

 في كل شيء آية *** تدل على أنه واحد

Her şeyde bir işaret vardır *** O'nun bir olduğunu gösteren

Özellikle günümüz bilim çağında. Allah’ın insanın ve evrenin yaratılışında mucizeler göstermiş, yaratılışın büyüklüğünü ve yaratılışın hassasiyetini bilim insanlarını hayrete düşürecek, modern makinelerin önünde duracak kadar kanıtlamıştır. 

Peki bunu kim yaptı? Günümüzün en bilgili bilim insanları bile bunu keşfedene, araştırana, deneyip öğretene kadar bilmiyorlar. Hepsini veya bir kısmını öğretiyorlar. Öyleyse bunu sizden daha büyük kim yaptı? Sizden daha büyük kim var? 

Bilimin kalplerinizi, Kur'an'ın bilginizi, kalplerinizi ve yaşamlarınızı istila ettiği bir çağda, neden hepiniz -ey âlimler- "Allah'tan başka ilah yoktur" demiyorsunuz? 

Neden Allah'ın birliğine -O Yücedir- "Allah'tan başka ilah yoktur"a ve bu doğru ve mucizevi sözlerle gelenin Peygamber -Allah ona salat ve selam etsin- olduğuna inanmıyorsunuz? 

Bin Dört yüz yıl önce, bugünün insanlarının aleyhine bu sözleri söyleyen kişi, gerçek bir peygamberdir. O, ne kendi arzusuyla ne de kendi isteğiyle konuşur:

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰى

Necm suresi 53.4 (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 

عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰى

Necm suresi 53.5 Onu, o müthiş güçleri olan (Cibril) öğretti. 

Allah'ın selamı ve bereketi onun üzerine olsun.

قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَا اَكْفَرَهُ

Abese suresi 80.17 Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! 

Anlamı: (Ne kadar nankördür!) Bir ünlem bir hayret ve şaşkınlık şekli! Bu ay ne kadar güzel! Bu ekin ne kadar bereketli! Bu meyve ne kadar tatlı! Ve benzeri... Anlamı: Çok güzel! Çok tatlı! (Ne kadar nankördür!) Anlamı: Onu bu kadar nankörlüğe iten neydi? Kendine inanmamak caizdir ve hesap kıyamet günü olacaktır: 

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ اِنَّا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِمٖينَ نَارًا اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَاِنْ يَسْتَغٖيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِى الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا

Kehf suresi 18.29 De ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir. 

Allah'a hakaret etmek! Allah'ın elçilerinden birine -salât ve selâm olsun- sövmek, gökten indirilen mukaddes bir kitaba sövmek, sabit bir hakikat hakkında yalan söylemek caiz değildir. Böylece o, Firavun'un yaptığı gibi haddi aşmış, kâfirler de haddi aşmıştır. 

اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا

Nebe suresi 78.21 Hiç kuşkusuz cehennem pusuda beklemektedir.

لِلطَّاغٖينَ مَاٰبًا

Nebe suresi 78.22 Azgınlar için bir dönüş yeridir.  

Küfür sınırlarını aşmış sayılır. Allah ona: "İnan veya inanma," demiştir, o ise başkalarını inkâr etmektedir! Müslüman, dininden şüphe ederek onu terk eder! İşte bu, haddi aşmaktır! 

(مَا أَكْفَرَهُ)! (Ne kadar nankör!) 

Yani nankörlüğü ne kadar yoğun! Sanki Allah bu insana şöyle diyor: Kendini düşünmüyor musun? Allah'ı ve yarattıklarındaki kudretinin tesirlerini kendinde görmüyor musun?

مِنْ اَيِّ شَیْءٍ خَلَقَهُ

 

Abese suresi 80.18 Allah, onu hangi şeyden yarattı?

Kendine şu soruyu sor. Cevabı mucizevi bir şekilde Kuran'da ve bilimde detaylı olarak mevcuttur. 

       (Onu hangi şeyden yarattı?) 

Ey her şeyi gören, her şeyi işiten, her şeyi hikmetle bilen, her şeyi icat eden, her şeyi keşfeden, her şeyi yenileyen, bu yüce niteliklere sahip güzel insan: Allah seni nereden yarattı? 

مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ

Abese suresi 80.19 Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.

Çok az bir su miktarından. (Nutfeden ) 

Az bir su miktarıdır. Başka bir ayette: 

اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهٖينٍ

Murselat suresi 77.20 Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı? 

Allah, insanı ondan spermden yarattı. Temiz olmasına rağmen aşağıladığımız bu adi sudan. Hiç kimse, elbisesine veya bedenine bulaşsa bile onu kabul etmez. Bizi bu sudan yarattı. 

مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ

Abese suresi 80.19 Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.

ثُمَّ السَّبٖيلَ يَسَّرَهُ

Abese suresi 80.20 Sonra ona yolu kolaylaştırdı. 

Sezaryen doğumlarından önce rahimden çıkış yolu biliniyordu: Allah, kadını karnından değil, karnını yararak değil, rahminden doğurmaya hazırladı. 

Bunun yerine, bunun için bir açıklık yarattı. Ve bu açıklığın açılması için bir kasılma sağladı. Belirli bir zamanda belirli bir miktara göre açılır. Ancak 

وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولًا

İsra suresi 17.11 İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir. 

(Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu vefat ettirdi ve kabre koydu. Sonra, ne zaman) (ne zaman) Bu, kıyamet günü gerçekleşecek bir gerçektir. Şüphe halinde "Dilerse" demedi, ancak "Dilerse onu diriltir" sözü tasdik edicidir. [Abese suresi: 22] 

Onu Allah'ın hükmüne teslim etmek: İnsan kaderini yerine getirdi mi? Rabbini? Hayır, Allah'a yemin olsun ki: 

ثُمَّ اِذَا شَاءَ اَنْشَرَهُ

Abese suresi 80.22 Sonra, dilediği vakit onu diriltir.

كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا اَمَرَهُ

Abese suresi 80.23 Hayır, hayır o, Allah'ın kendisine emrettiğini yerine getirmedi. (İman etmedi.) 

İnsan, Allah'ın kendisine emrettiği her şeyi yerine getirmedi. Ancak mazeretimiz veya kurtuluşumuz af dilemekte yatar. Yapamadıklarımız için Allah'tan af dileriz. 

Öyleyse, bu kişi kendi içine bakmalı ve Allah’ın yarattıklarının etkisini görür, ya da elindekilere bakmalıdır: 

فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِهٖ

Abese suresi 80.24 Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! 

Yiyecekler ellerimizde, avuçlarımızın arasında, kaburgalarımızın arasındadır. Onu yeriz, tadına bakarız ve çeşitli tatlarını, çeşitli şekillerini ve muhteşem görünümünü tanırız. Lezzetli, besleyici ve şifalı bir yiyecektir: 

Bu yiyeceği sizin için kim yarattı? Çiftçi mi? Asla. Tohumları ekti ve uyudu, ziraat mühendisi de tohumları ekti ve uyudu. Allah cc, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi, onları sulamak için yağmur suyu gönderdi. Ülkemizde onları Nil suyuyla suluyoruz. Ve Nil, bizim ellerimizle değil, Rabbimiz tarafından akıtılıyor. Dolayısıyla tüm övgüler Allaha aittir. 

اَنَّا صَبَبْنَا الْمَاءَ صَبًّا

Abese suresi 80.25 Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. 

ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّا

Abese suresi 80.26 Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! 

Tam tohumun üstünden bir çatlak, öyle ki, Yaratıcısından başka hiçbir gücü ve kuvveti olmayan zayıf bir bitki çıktı. O'nun şanı yücedir. 

فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا حَبًّا

Abese suresi 80.27 Bu suretle onda dâne (ler) bitirdik, 

Bu, rızık anlamına gelir. Ve rızık buğday, mısır, börülce, fasulye, bakla vb. içerir. Bu taneler. 

(Ve üzümler) meyveleri simgeler. 

(Ve sapları) sapları yenen bitkilerdir. Saz, tere, turp vb. 

(Ve sapları) insanın dişleriyle kestiği, yani parçalayıp yediğidir. 

(Ve zeytinler) ki, bakmak veya iştahını kabartmak istemez. Zeytin, insanların ancak bugün öğrendiği büyük sırlar barındırır:

وَعِنَبًا وَقَضْبًا

Abese suresi 80.28 Üzüm (ler), yonca (lar), 

وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا

Abese suresi 80.29 Zeytinlik (ler), hurmalık (lar), 

Hurmaların sayısız çeşidi ve şekli gibi zahmetsizce üretilen besin, şifa ve bereket: (Ve hurma ağaçları) Dinlenmek, yürümek, evrenin güzelliğini görmek, hayatı güzelleştirmek için bahçeler. 

وَحَدَائِقَ غُلْبًا

Abese suresi 80.30 İri ve sık ağaçlı bahçeler, 

Bazı bahçeler, güzellikten ve gölgeden yoksun, dik duran çubuklardır. Ama dalları sık, dalları yapraklarla dolu ve yaprakları tomurcuklarından çiçekler açan sık bahçeler ne kadar güzeldir. Tüm bunlar, insanların dinlenmesi, gölge bulması ve bu hoş atmosferin ve bu hafif, hoş kokulu esintinin tadını çıkarması için bir alan sağlar: 

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ اَنْشَاْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ

Müminun suresi 23.14 Sonra bu az suyu "alaka" hâline getirdik. Alakayı da "mudga"  yaptık. Bu "mudga"yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!

وَحَدَائِقَ غُلْبًا

Abese suresi 80.30 Sık ve bol ağaçlı (diğer) bahçeler,

Sadece üzüm değil, birçok meyve: 

وَفَاكِهَةً وَاَبًّا

Abese suresi 80.31 Meyve (ler), mer'a (lar bitirdik).

(Ot) hayvanların yiyeceğidir. Nedir? Allah en iyisini bilir. Ebu Bekir ve Ömer bunu açıklayamadılar. Ancak hayvanların yiyeceği olduğu biliniyordu. 

       Bütün bunlar kimin için? Ve Allah'ın bunlara ihtiyacı var mı? Hayır, çünkü Allah kendi kendine yeter:

مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْ

Abese suresi 80.32 (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için.

Bu bereketler çamurdan ve topraktan gelir. Allah'a hamdolsun! Hayvanlarınız da beslenir. Beslenir ve çoğalır. Nihayetinde hayvanlar bize döner. Biz de onları keser, yer, sütlerini içer, derilerini, yünlerini, kürklerini ve kıllarını giyeriz: 

Bütün bunlar insana döner:

مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْ

Abese suresi 80.32 (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için. 

İnsanlar sıradan hayvanları kullanmayı bırakıp bu bitkileri, sebzeleri, otlakları, otları vb. yemeyen hayvanları tercih ettiklerinde, bu hayvanlar yalnızca başka bir şeyle beslendiler: petrol özleri. Yüce Allah, insanlık için yeryüzünden petrol çıkardı: 

مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْ

Abese suresi 80.32 (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için. 

Bir araba veya uçağa nasıl binilir? Özel bir yakıta ihtiyaçları var. Bu yakıt nereden geliyor? Ve nasıl üretiliyor? Allah onu yeryüzünden kuyular ve kaynaklar olarak çıkardı. Allah'a hamd olsun! "Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için" her türlüsünü çıkardı. 

İnsan zevk ve sefa içinde iken, nimetlerin tadını çıkarırken, yeryüzünde dolaşırken, oradan oraya giderken ve niceleri nimetlere gark olurken kavuşurken ve nimet vereni unuturken -O'nun şanı yücedir.- Kıyamet ansızın gelecek ve o bilmeyecek, büyük ve son Saat: 

Büyük felaket olan sağır edici fırtına ansızın gelecek ve her kişinin saati de ansızın, ayrı ayrı gelecek ve kim ölürse onun dirilişi gerçekleşecek, Kıyamet onun için başladı. Ve Büyük Kıyamet kimin üzerine olursa olsun onun için gerçekleşmeye devam edecektir.

فَاِذَا جَاءَتِ الصَّاخَّةُ

Abese suresi 80.33 Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman,

Gözlemcinin keyfini çıkardıktan hemen sonra, saati gelir. (Yani Sağır Edici Patlama geldiğinde) Burada buna Patlama denmesinin sebebi, muazzam, korkunç ve ürkütücü bir ses çıkarmasıdır. 

Gökyüzünün yarıldığını düşünün! Dünya ve Ay gibi gezegenler dağılıp, birbirlerinin üzerine düşer ve çarpışırlar! Bir araba başka bir arabaya çarptığında, sesin ne kadar güçlü olduğunu bilirsiniz. 

Peki ya Ay'ın Dünya'ya çarpması? Ya da Dünya'nın başka bir galaksiye çarpması? Bunların hepsi çarpışır ve birbirinin üzerine düşer! Dünya yok olur! Evren yerle bir olur! Bir ev çökerse, bölgede muazzam bir sarsıntı ve kargaşaya neden olur. 

Peki ya tüm evren?! İşte bu yüzden, Kıyamet Saati geldiğinde, "Sağır Edici Patlama" adı verilen korkunç, dehşet verici bir ses duyulur. Peki bu ne zaman olacak? Kâfirler hep yalan söylediler: (Ve dediler ki: 

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

Mülk suresi 67.25 "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?" diyorlar. 

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخٖيهِ

Abese suresi 80.34 Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; 

Bu dünyada ona en çok fayda sağlayanlar, ilk önce "Kardeşim!" yani "Bana yardım et kardeşim!" diyenlerdir. Efendimiz Musa (a.s.), Firavun'a tek başına gitmekten korktu ve şöyle dedi:

وَاجْعَلْ لٖى وَزٖيرًا مِنْ اَهْلٖی

Taha suresi 20.29 “Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver.” 

Ey Musa, insanlardan kimi istiyorsun?

هٰرُونَ اَخٖی

Taha suresi 20.30 "Kardeşim Hârûn'u."

اُشْدُدْ بِهٖ اَزْرٖی

Taha suresi 20.31 «Onunla sırtımı kuvvetlendir». 

Kâfirin kıyamet günü kaçacağı ilk kardeş, babasının ve annesinin oğlu olan kardeşidir. 

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخٖيهِ

Abese suresi 80.34 Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; 

وَاُمِّهٖ وَاَبٖيهِ

Abese suresi 80.35 Anasından, babasından,

وَصَاحِبَتِهٖ وَبَنٖيهِ

Abese suresi 80.36 Karısından ve oğullarından. 

Neden birbirlerinden kaçıyorlar? Her biri kendi derdiyle meşgul olacak. 

لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَاْنٌ يُغْنٖيهِ

Abese suresi 80.37 O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi, belâsı) vardır. 

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌ

Abese suresi 80.38 O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, 

Yani, her tarafı apaçık, asık suratlı, şaşısız olacak. Berrak, belirgin ve dümdüz olacak.

ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌ

Abese suresi 80.39 Güleçtir, sevinçlidir. 

 Allah'ım, bizi de onlardan eyle, ya Rab! Cennetle müjdelenenlere güler gibi olalım. Yüzleri parlasın ve hiçbiri gizli kalmasın. 

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ

Abese suresi 80.40 O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler.  

Sanki tozla kaplanmış gibidirler. Üzerlerinde toz yoktur. Fakat tozla kaplanmış bir yüz gibi simsiyahtırlar:

تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ

Abese suresi 80.41 Onu (da) bir karanlık ve siyahlık kaplayacakdır.

Abese suresinin başında olduğu gibi, surat asma ve asık surat: (Abese) korku, sıkıntı, öfke ve mahcubiyet belirtilerini gösterir ve bunların hepsi bu yüzde birleşmiştir. 

تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ

Abese suresi 80.41 Onu (da) bir karanlık ve siyahlık kaplayacakdır. 

Kimdir bunlar, ya Rab?

اُولٰئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ

Abese suresi 80.42 İşte onlar, kâfirlerdir, günaha dalanlardır. 

Peygamber (s.a.v.) ve benzerlerinin oturdukları kimseler. Kıyamet günü işte böyle olacaklardır. 

İşte surenin bağlamı budur sevgili dostlarım. Gördüğünüz gibi, kıyamet gününden ve dar görüşlülüğü ve bilgisizliği nedeniyle onu inkâr eden, inkâr eden kâfirden de bahsediyor. 

Yüce Allah'tan, bize Kur'an ilimlerini öğretmesini ve bununla dünya ve ahirette bizi faydalandırmasını, bizi nurlu, güler yüzlü, neşeli kimselerden kılmasını dileriz. Zira O, bunlara vekildir ve her şeye kadirdir.

Bunu söylüyorum ve Yüce Allah'tan kendim ve sizler için af diliyorum... 

İkinci Hutbe:

Hamd yalnız Allah'a, salât ve selâm ise kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan Allah'a olsun.

Şimdi: Öyleyse size, Allah'ın kulları! Yüce Allah'tan korkun ve O'na itaat edin. Sizi ve kendimi, Yüce Allah'a isyan etmekten ve emirlerine karşı gelmekten sakındırıyorum. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor:

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهٖ وَمَنْ اَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبٖيدِ

Fussilet suresi F41.46 Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir. 

Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Peygamberimiz Hz. Muhammed, Allah'ın kulu ve elçisidir. Allah'ım, Hz. Muhammed'e, müminlerin annelerine ve ailesine, İbrahim ailesine bereket verdiğin gibi bereket ver. Sen gerçekten övülmeye layıksın, yücesin. 

Şimdi: Sevgili Müslüman! Bu sure, bağlamı içinde özlü bir giriş sunuyor. Ve özlü bir mesaj veriyor: Gazap var. Allah'ın gazabı var ve senin de öfkelenme hakkın var. Bu, içindeki bir içgüdü. Peki ne zaman öfkeleniriz? Nasıl öfkeleniriz? Yüce Allah ne zaman öfkelenir? Ve neye öfkelenir?

Bu surenin adı "Abese"dir. Asık surat, yüzde öfke belirtilerinin belirmesidir. Buna "yüz buruşturma" deriz. Asık suratlı birini görür ve tanırız. Asık suratlı kişi budur. Eğer tüm gün üzüntü ve öfkeyle doluysa, "Asık suratlı bir gün" deriz. Bu günlerin en çetin olanı Kıyamet Günü'dür: 

عَلَى الْكَافِرٖينَ غَيْرُ يَسٖيرٍ

Müddesir suresi 74.10 Kâfirler için hiç kolay değildir. 

Bu nedenle Yüce Allah, 

اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرٖيرًا

İnsan suresi 76.10 “Çünkü biz, yüzleri asacak olan o dehşetli günde, Rabbimizin azabından korkarız.” (derler).

       Aynı gün, sanki gazabın alametleri zamanın kendisinde belirmiş, gazabın çokluğundan, öfkenin çokluğundan, kıyamet günü kâfirlerin atmosferini öfkelendirecek şeylerin çokluğundan havada belirmiş gibi, karanlık oldu. 

Yüce Allah'ı öfkelendiren nedir? 

Bir kâfiri bir Müslüman'a tercih ettiğinizde, Allah'a yakın bir elçi olsanız bile, Allah bunu sizden kabul etmez. İşte bu, Allah'ın elçisi Hz. Muhammed'dir. O, bir kâfiri değil, yüce bir davayı tercih etti. 

Kâfir olan Kureyş ileri gelenlerini tercih etti. Ve kör olmasına rağmen bir Müslüman'a yüz çevirip kaşlarını çattı. Bu, Allah'ı öfkelendirdi ve "Hayır!" dedi. Bu sert bir cevaptır.

       Allah, düşmanlarının dostlarına üstün tutulmasından dolayı öfkelenir. Yüce Allah bu konuyu Kuran'da ayrıntılı olarak ele almış ve şöyle buyurmuştur:

اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمٖينَ كَالْمُجْرِمٖينَ

Kalem suresi 68.35 Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

Kalem suresi 68.36 Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فٖيهِ تَدْرُسُونَ

Kalem suresi 68.37 Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz? 

اِنَّ لَكُمْ فٖيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ

Kalem suresi 68.38 Onda, "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir" (diye mi yazılı?) 

Bu konuda bir kitabınız var mı? Bu konuda Allah'tan bir ahdiniz var mı? Bu işi bilgi, hikmet ve anlayışla yürütecek bir önderiniz var mı? Bunların hiçbiri mevcut değil. Sadece Allah'ın lütfu ve dostunun düşmanı üzerindeki etkisi var. 

İmanın en kuvvetli bağlarından biri Allah'ın sevgililerini ve evliyalarını gönülden sevmek, Allah düşmanlarını ve kâfirleri ise gönülden buğz etmektir. Allah'ın evliyaları havada uçanlar, suda yürüyenler değil, bilakis hepiniz Allah'ın evliyalarısınız. 

Namaz kılan, oruç tutan ve Allah'a ibadet eden herkes Allah'ın evliyasıdır. Allah ancak itaatiyle evliyadır. Fakat bizim velayet anlayışımız farklıdır. Sen bir evliyasın. Ben de Allah'ın evliyasıyım. Fakat sen benden bir veya birkaç derece üstünsün. Şu senden üstün, ben bundan üstünüm, vesaire.. Fakat hepsi Allah'ın evliyasıdır. 

Dediler ki: "Allah'ın velisi o kimsedir ki, onu gördüğün zaman sana Allah'ı hatırlatır." Onun hâli ve sözü sana Allah'ı hatırlatır. İşte bu Allah'ın velisidir. 

İşte bu surede, Yüce Allah bu teraziyi doğrultuyor. Bunlar bir topluluk, hem de ne topluluk! Bunlar, insanların önderleri, insanların en önde gelenleri. 

Allah, onların terazilerini öyle hafif yaptı ki, düşüp battı ve teraziyi eğmedi. Abdullah bin Ümmü Mektum'un terazisini de eğdi. Kör olmasına ve annesine akraba olmasına rağmen, Allah katında değeri çok yüksekti. 

       Abdullah Mekke kâfirlerindendi. Kureyş adamlarındandı. Sonra Müslüman oldu ve Müslümanlığı güzel oldu. Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hicretinden önce Medine'ye hicret etti. İlk gelenlerdendi. Orada Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile karşılaştı. 

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onu o kadar çok sevdi ki, Bilal ile birlikte onu müezzini yaptı. Hadiste: “Bilal geceleyin ezan okur” denilen yalancı fecir. Namazdan kaçınmanın bir işareti. Bizim de kaçınmamız gereken şafak vaktinin yaklaştığının habercisidir. “Bilal geceleyin ezan okur. İbn Ümmü Mektum ezanı okuyuncaya kadar yiyin ve için.” 

Abdullah bin Ümmü Mektum'un faziletleri arasında, Peygamber Efendimiz -Allah ona salât ve selâm etsin- bazı savaşlarda onu Medine valiliğine atamış olması da vardır. Peygamber Efendimiz -Allah ona salât ve selâm etsin- kör olmasına rağmen halkın başına Abdullah bin Ümmü Mektum'u tayin ederdi. 

Ancak bu, onun faziletini, şerefini ve geniş ufkunu gösterir. Allah'ın izniyle onu birden fazla vali olarak atamıştır. Ve Allah ondan razı olsun ve rahmetiyle muamele etsin. Abdullah bin Ümmü Mektum Ömer bin Hattab -Allah ondan razı olsun- zamanında vefat etmiştir.

       Abdullah doğuştan kördü. Araplar körlere sık sık “Maktum” derlerdi. Bu yüzden annesi de onun adını almıştı. Bu yüzden “Ümmü Maktum” Yani Maktumun anası olmuştu. Ve o da onun oğluydu. Onun için “İbn Ümmü Maktum” deniyordu. 

Annesidir. Baba tarafından büyükannesidir deniyordu. Annesinin soyu Araplar arasında babasının soyu üzerinde olduğundan ismini annesinin soyadını almıştı. Bu yüzden Abdullah’ı ve kardeşlerini onurlandırmak için annesinin -Allah hepsinden razı olsun- adını almış ve annesinin adı da “Atike” idi. 

Bu Abdullah, Allah ondan razı olsun Hz. Hatice’nin kuzeni sayılırdı. Bu yüzden hem soy itibariyle Kureyş’in, hem de makam itibariyle Müslümanların ileri gelenlerindendir. 

Bu ayetler nazil olduktan ve Abdullah, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) ilahi azar konusu olduktan sonra, insanlar artık Abdullah'ı güler yüzle, tebessümle karşılamazlardı. Her karşılaştığında onu şöyle eleştirirdi: "Sen sebep oldun! Kınama arkandan geldi!" İşte insanlar da tıpkı bizim gibi onu böyle kınadılar. 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise, güzel bir ahlaka sahipti. Bundan sonra Abdullah'la her karşılaştığında ona şöyle derdi: "Rabbimin beni azarladığı kişiye hoş geldin!"

       Abdullah müezzinlik ve Medine valiliği de dahil olmak üzere tüm bu görevlerde bulunmuş, ona yakın olmuş ve benzeri birçok görevde bulunmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Yüce Allah'ın takdir ettiği gibi kaderini biliyordu.

Sevgili dostlarım! Bu sure, Kuran surelerinde görmeye alıştığımız gibi, kendisinden öncekilerle bağlantılıdır. Hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Çünkü onları düzenleyen Allah'tır. O'nun düzenlemesi hikmetlidir. Ve tüm eylemleri hikmetlidir. 

Naziat Suresi ve Abese Suresi. Her ikisi de Kıyamet Günü'nden bahseder. Ancak her biri kendine özgü bir biçimde görünür. Kendine özgü bir biçimde ortaya çıkar. Ancak konu ikisinde de aynıdır. Naziat Suresi, Kıyamet Günü'nden ve Kıyamet'in hak olduğuna ikna etme araçlarından bahseder. 

Abese Suresi'nde ise Allah, Kıyamet Günü'ne inanmayan kâfirden bahseder. Nasıl inkâr edersiniz? İnancınız nedir? Ve tüm deliller Allah'ın hak olduğunu, Kıyamet'in hak olduğunu ve Peygamber'in -Allah'ın salatı ve bereketi onun üzerine olsun- hak olduğunu söylüyor. Nasıl inkâr edersiniz?

Naziat Suresi, Allah'ın ölüm hâlinden bahsetmesiyle başlar. Kâfirin ölümü, meleklerin, yani Naşiat'ın ona gelip ruhunu bedenine ve damarlarına daldırması ve meleklerin onu zorla çekip çıkarması ile gerçekleşir. Müminin ölümü ise, iyi meleklerin ruhunu yakalayıp onu çağırmasıyla gerçekleşir.

يَا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

Fecr suresi 89.27 (Allah, şöyle der:) "Ey huzur içinde olan nefis!"

اِرْجِعٖى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً

Fecr suresi 89.28 "Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!" 

Sonra ruh onlarla birlikte harekete geçer: 

وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا

Naziat suresi 79.2 Andolsun (mü'minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara, 

"Emrindeyim, Rabbim!" der. Ve Yüce Allah'a yönelerek onlarla birlikte harekete geçer. Çünkü Allaha kavuşmayı sever. 

İşte ölüm budur. Ölümden sonra ne gelir? Diriliş. Allah, Abese Suresi'nde dirilişin delillerinden ve dirilişin kendisinden bahsetmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 

مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ

Abese suresi 80.19 Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.

ثُمَّ السَّبٖيلَ يَسَّرَهُ

Abese suresi 80.20 Sonra da ona (ana rahminden çıkış) yolunu kolaylaştırdı.

ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُ

Abese suresi 80.21 Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. 

ثُمَّ اِذَا شَاءَ اَنْشَرَهُ

Abese suresi 80.22 Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltip kaldırdı.

Onu diriltti ve Kıyamet Günü'nde huzuruna çıkardı. İnsanın yaratılışının kökenini ve yaratılışının uzunluğunu kim bilebilir? Onu yeniden yaratmaya gücü yetmez mi? Hayır, Allah'a yemin ederim. 

Yaratılış haritası ve yaratılış planı Allah’ta olduğu sürece kimsenin asla gücü yetmez. Ve hiçbir şey Allah’ı durduramaz. Bu durum insanlar için de geçerliyse, yeryüzünde ve gökte hiçbir şeyin Allah için imkânsız olmadığı Yüce Allah ne olacak? Naziat Suresi'nde ölümden, Abese Suresi'nde ise dirilişten bahsedilir. 

Kardeşim, Naziat Suresi'nin sonu ile Abese Suresi'nin başı arasındaki şu güzel ayete dikkat et. Allah, Naziat Suresi'ni dünyayı ihmal eden ve ölümle ve kıyametle şaşkına dönen kâfirlerle sonlandırmıştır.

وَلَوْ اَنَّ لِلَّذٖينَ ظَلَمُوا مَا فِى الْاَرْضِ جَمٖيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهٖ مِنْ سُوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ

Zümer suresi 39.47 Eğer yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirlerdi. Artık, hiç hesap etmedikleri şeyler Allah tarafından karşılarına çıkmıştır. 

Ve onlar, kıyamet günü elleri boş, kendilerini kurtaracak hiçbir amelleri olmadan geleceklerdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 

كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا

Naziat suresi 79.46 Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler. 

Bu, onların bu dünyayı hatırlayacakları ve sanki hiçbir salih amel işlemeden geçmiş bir saat gibi görecekleri anlamına gelir. 

O andaki halleri: Yüzleri asılacak mı, yoksa gülecek mi? Aşırı giden, artık çok geç olduğunu, iyiliğin gittiğini anlayınca yüzü asılır: (Kaşlarını çattı ve arkasını döndü) Sanki o duruma bir yorummuş gibi "Abese Suresi"nin başı. 

Kuran birçok cevher ve büyük dersler içerir. Ancak Yüce Allah bunu kolaylaştırmıştır. Naziat Suresi'nde Allah, Kıyamet Günü'nden bahsederek "En Büyük Felaket" demiş ve herkesi ve her şeyi kuşatacağını söylemiştir. Abese Suresi'nde ise "Sağırlaştırıcı Patlama" demiştir. Yani yüksek ve korkunç bir sesle birlikte gelecektir. 

Allah-u Teâlâ'dan Kur'an-ı Kerim'i ve bu konuyu tamamlamamızı nasip etmesini, uzun ömürler ve hayırlı ameller ihsan etmesini dileriz.

Tercüme Tarih: 02 Ağustos 2025

       Tercüme Eden: İbrahim SIRMALI

(Emekli Müftü, İcazetli)

Yayın Tarihi    : 12.10.2022 

Yayınlayan: Abdul Badi' Ebu Haşim 

Kategoriler: Kur'an-ı Kerim'den Rehberlik

https://khutabaa.com/ar/article

den alıntıdır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —