İbrahim Sırmalı

Tarih: 12.09.2025 12:00

Şüphesiz Allah Katında Din İslam'dır.

Facebook Twitter Linked-in

 

اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ

Al-i İmran suresi 3.19 Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

فَاِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِىَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُلْ لِلَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّٖنَ ءَاَسْلَمْتُمْ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِالْعِبَادِ

Al-i İmran suresi 3.20 Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere  de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.

Ayette geçen {Gerçekten} ifadesi: vurgu ve sınırlama içindir. Allah Tealanın şu ayetinde de durum aynıdır.

لَكُمْ دٖينُكُمْ وَلِىَ دٖينِ

Kafirun suresi 109.6 "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır."

Ayette geçen {Din}: ifadesi Din, Yüce Allah'ın şu ifadesinde olduğu gibi "çalışma" anlamına da gelir: anlamı: Senin işin sana, benimki banadır.

وَمَا اُمِرُوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَ حُنَفَاءَ وَيُقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ دٖينُ الْقَيِّمَةِ

Beyyine suresi 98.5 Hâlbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.

Anlamı “mükafat”tır; Yüce Allah’ın: “Din gününün sahibi.” (Fatiha: 4) buyruğunda olduğu gibidir. 

Bu ayette kastedilen "çalışma"dır. Yani Allah'a ibadet ve O'nun yolunda çalışma dini İslam'dır. Ve bu dinde Allah'a teslim olunan şeyler. Yani bu dinde itaat edilen ve Allaha teslim olunan şeriat ve ibadetlerdir.

İbn Aşur şöyle demiştir: “Din: Asıl anlamı mükafat iken, daha sonra örf ve adet anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Allah’tan bir elçi bir peygamber tarafından öğretilen, bunları uygulayanlara mutluluk, onlardan yüz çevirenlere ise ceza vaat eden inanç ve amellerin bütünüdür.”

 Daha sonra, bazı ileri gelenlerin kendi istekleriyle koydukları ve bir grup insanın da uyduğu şeye benzer bir şey olarak kullanılmıştır.”

Bir dine din denmesinin sebebi, mensuplarının er veya geç ondan bir mükafat ummasıdır. Hiçbir din yoktur ki, dinin Rabbinden bir mükafat beklemesin. Müşrikler ise Allah’ın yardımını, aracılığını ve rızasını umarlar ve: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, derler. 

Ebu Süfyan, Uhud günü: “Hübel’i tesbih et” demişti. Mekke’nin fethi günü Abbas ona: “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmen için zaman gelmedi mi? Biliyorum ki, eğer Allahtan başka ilah olsaydı, o bana asla yetmezdi” demişti. 

İlahî dinlere mensup olanlar, bu dünyada ve ahirette en büyük mükafatı beklerler. İlk ilahî din hak idi. Ve insanlar onunla hidayete erdi. Sonra bâtıl dinler ortaya çıktı. Ve hak dinlere benzedi. Yüce Allah, Elçisine Peygamberine emrederek şöyle buyurdu:

       Allah Teala şöyle buyurdu:

لَكُمْ دٖينُكُمْ وَلِىَ دٖينِ

Kafirun suresi 109.6 "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır."

Allah Teala şöyle buyurdu:

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ اَخٖيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ اَخٖيهِ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَاْخُذَ اَخَاهُ فٖى دٖينِ الْمَلِكِ اِلَّا اَنْ يَشَاءَ اللّٰهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ وَفَوْقَ كُلِّ ذٖى عِلْمٍ عَلٖيمٌ

Yusuf suresi 12.76 Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf'a böyle bir plan öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. 

Yani, kralın yasası. Kardeşini Mısır kralının yönetimi altına alamazdı. Çünkü dininde hırsız sahibi olmak yoktu. Cezası köleleştirmek değil, dövülmek ve çalınan malın iki katı para cezasıydı.

 Ancak Allah’ın iradesi bu düzenlemeyi ve Yusuf'un kardeşlerinin hırsızı köleleştirmeyi öngören yasasına başvurmayı gerektiriyordu.

Ayette geçen “Allah ile birlikte” demek: Bu şeyin din olup olmadığının referansı Allah - Yüce Allah - olduğundan “Allah ile birlikte” bir bilgi meselesi değil, bir dikkat ve özen meselesidir.

İslam: İslam dini. Yüce Allah, İslam dışında hiçbir din kabul etmediğini bildirir. Allah'ın gönderdiği elçilere peygamberlere, ta ki Muhammed (s.a.v.) ile mühürleninceye sona erinceye kadar her zaman uymak demektir. Muhammed (s.a.v.)'in aracılığıyla Allah'a ulaşan tüm yolları kapatan Allah’tır. 

En güzel dualar ve selamlar O'nun üzerine olsun. Kim, Muhammed (s.a.v.)'i peygamber olarak gönderdikten sonra, Allah'ın şeriatından başka bir dinle Allah'ın huzuruna çıkarsa, o kimse kabul edilmeyecektir. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دٖينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرٖينَ

Al-i İmran suresi 3.85 Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Allah cc bu ayette, kendisinin kabul ettiği dinin İslam olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır.”

İslam, Yüce Allah'a O'nun emrettiği şekilde ibadet etmek ve şeriatın yürürlükte olmasıdır. Bu, genel anlamda İslam'dır. Özel anlamda ise -ki burada kastedilen budur- Allah'a Muhammed'in şeriatına göre ibadet etmektir.

Kur'an'daki bu ayrılığın delili, Yüce Allah'ın Hz. İbrahim'i tevhid inancına sahip bir Müslüman olarak tanımlamasıdır. 

Allah Sebe Melikesi hakkında şöyle buyurmuştur.

قٖيلَ لَهَا ادْخُلِى الصَّرْحَ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارٖيرَ قَالَتْ رَبِّ اِنّٖى ظَلَمْتُ نَفْسٖى وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

Neml suresi 27.44 Ona "köşke gir" denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona "Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür" dedi. Belkıs, "Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.

Ve Yakup oğullarına dedi:

وَوَصّٰى بِهَا اِبْرٰهٖيمُ بَنٖيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِىَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّٖينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Bakara suresi 2.132 İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: "Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün" dedi.

Allah cc. Tevrat hakkında şunları söyledi:

اِنَّا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰیةَ فٖيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذٖينَ اَسْلَمُوا لِلَّذٖينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَلْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

Maide suresi 5.44 Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah'ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

Bu konuda çok sayıda ayet vardır.

İslam, Hz. Muhammed'in -Allah ona salat ve selam etsin- getirdiği tüm dinin üzerinde hakim bir isimdir. Tıpkı bu dine iman da atfedildiği gibidir. Bu nedenle, bu dinin mensuplarına Müslümanlar ve müminler denir. 

Ve burada kastedilen anlam da budur. Kişinin acizliğinden değil, hakikati tanıdığı için teslim olup karşı çıkmaması anlamına gelen "esleme" kelimesinden gelen bir isimdir. 

Bu dine iman ünvanından ziyade bu ünvan verilmesi daha uygundur. Çünkü İslam, kalple inanılan bir inanç olan imanın aksine, Resulullah'ın getirdiği hakikate uymanın ve bunun önündeki her engeli kaldırmanın açık bir tezahürüdür. Görüntüsüdür. 

Bu nedenle Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَجَاهِدُوا فِى اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِهٖ هُوَ اجْتَبٰیكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِى الدّٖينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ اَبٖيكُمْ اِبْرٰهٖيمَ هُوَ سَمّٰیكُمُ الْمُسْلِمٖينَ مِنْ قَبْلُ وَفٖى هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهٖيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِ هُوَ مَوْلٰیكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصٖيرُ

Hac suresi 22.78 Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur'an'da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız.  Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

Allah Teala şöyle buyurdu: 

فَاِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِىَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُلْ لِلَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّٖنَ ءَاَسْلَمْتُمْ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِالْعِبَادِ

Al-i İmran suresi 3.20 Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.

Çünkü İslam sadece inanç üzerine kuruludur. Çünkü amel algının anlayışın bir sonucudur. Tam tersine inançla birlikte kibir de olabilir.

İbn Aşûr şöyle demiştir: “Meğer ki Allah’ın emrettiği hak dinler gelmiş olsun. Yasaklama, ya Allah katında hak dinin, tebliğ anında İslâm olduğu düşünülerek yorumlanır. 

Çünkü tebliğ, tebliğ anında dikkate alınır. Çünkü bütün tebliğler, o anki vakıalardır. Ve tebliğ anında İslâm’dan başka hak din olmadığında şüphe yoktur. Çünkü diğer ilâhî dinler, bâtıl ile sahihin karışmasına maruz kalmış ve bu da dinin eksik kalmasına sebep olmuştur. 

Yahut da kemali Allah katında kabul etmek suretiyle yasaklama, bütün zaman ve devirleri dikkate almak suretiyle yorumlanır. Çünkü bu dinden daha mükemmel bir din yoktur. Ve ondan önceki dinler, insanlığın işlerini düzeltmede arzuladığı nihai hedefe ulaşamamıştır. 

Ve bu anlam, ayetin tefsiri için en uygun olanıdır. Çünkü anlamı daha geneldir. Ve İslâm dininin diğer ilâhî dinlere göre özelliklerinin toplamını daha tam bir şekilde ifade etmektedir.”

Sonra şöyle dedi: “Allah, İslam dinini, zuhuruna uygun bir zamanda indirdi. Ve onun zuhurunu, daha önce hiçbir otoritesi olmayan ve yeryüzünde hiçbir yere hâkimiyeti bulunmayan bir ümmetin nezdinde seçti. 

Fakat Allah, insan topluluklarının taşkınlıklarının çoğundan kurtardığı bir ümmetti ki, hakkı kabule daha yakın olsun. Ve bu dini, içlerinden, ilim ehlinden olmayan, devlet ehlinden olmayan, krallık soyundan olmayan ve daha önce hicret veya karışma yoluyla deneyim kazanmamış olan bir adam aracılığıyla indirdi.

 Ta ki, bu apaçık hakikatin ve doğru bilginin onun gibi birinden zuhuru meydana gelmesi, bunun Allah’ın kullarına vahyettiği bir vahiy olduğuna bir işaret olsun.

Sonra bu dinin temellerini, ortaya çıktığı milletin bile kınanacak âdetlerinden uzak, düşmanları kendisinden önce gelmiş olsa bile hakikate uygun olarak kurdu. 

İlkeleri doğuştan gelen bir fıtrat üzerine kuruluydu. Yani, âdetlere veya doktrinlere tutsak değil, yalnızca sağlam aklın yargısına göre iyi olana yönelmeliydi. 

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدٖيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Rum suresi 30.30 Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.  İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Bu ilkeyle, insan fıtratının ilkesiyle İslam, her çağda her millete uygun bir din olmuştur.

       Burada, günümüzde birçok yazarın Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam hakkında konuşurken "Bunlar ilahi dinlerdir, semavi dinlerdir," dediğini belirtiyoruz. Dinleyen kişi, tıpkı İslam dini gibi Yahudilerin ve Hristiyanların dinlerinin de yerleşik olduğunu varsayar. 

Bu yanlıştır. Çünkü bu dinler şüphesiz ilahi dinlerdir. Ancak Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğiyle tahrif edilmiş, değiştirilmiş, dönüştürülmüş ve yürürlükten kaldırılmıştır. Dolayısıyla bunlar, bugün Allah'ın onayladığı dinler değildir. Aksine, bunlara uyanlar kâfirdir ve Müslüman sayılmazlar.

       Belki de bazı sıradan insanlar, bu dinler arasındaki farklılıkların İslam mezhepleri arasındaki farklılıklar, yani Şafii, Malik, İmam Ahmed ve Ebu Hanife mezhepleri arasındaki farklılıklar gibi olduğunu sanıyor. 

Bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü Resulullah'ın -Allah ona salat ve selam etsin- peygamberliğinden sonra var olan bir din olduğunu iddia eden herkes kâfirdir. Çünkü onun dini diğer tüm dinleri yürürlükten kaldırmıştır. 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ

Al-i İmran suresi 3.19 Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

Burada kastedilen İslam, açık ve gizli bütün hükümleriyle dinin tamamıdır. Cebrail (a.s.) hadisinde geçen itikat fırkası değil. Bilakis bütün hükümleri kapsayan dindir.

Namaz İslam'ın bir parçasıdır. Zekât İslam'ın bir parçasıdır. Allah'a tevekkül İslam'ın bir parçasıdır. Allah korkusu İslam'ın bir parçasıdır. Ve dinin bütün hükümleri İslam'dandır.

İbn Aşur diyor ki: Fıtrat'ın aslı İslam dinidir ki, ona hizmet eden ve bütün insanları onu kabul etmeye hazırlayan dokuz yönü vardır.

Birinci husus: Zihne, tereddüt, tebdîl, vehim ve hurafelerden uzak bir inancı kabul ettirerek itikadı düzeltmektir. Sonra itikadını Yüce Zat'a Allaha teslimiyet üzerine kurmaktır. Ve bu Zat'ın, teslimiyeti tercihe şayan kılan kemal sıfatlarına sahip olduğunu idrak etmektir. 

Sonra o kemal sıfatları mü'minin gözünün benimseme hedefi haline getirmektir. Sonra da bütün insanları itikadlarını, itikadlarını benimseme ilkesi kendilerinde birleşinceye kadar arındırmaktır.

Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهٖ شَيْپًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ

Al-i İmran suresi 3.64 De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin." Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun, biz müslümanlarız."

İnancın ıslahı, İslam'ın başlattığı ve en çok üzerinde durduğu en önemli girişimdi. Çünkü fikirlerin ıslahı her türlü ıslahın temelidir. 

Ve hiçbir şeyden korkmadıkları ve hiçbir şeye tamah etmedikleri için, zihinleri sapkın inançlarla kirlenmiş, ruhları bu kışkırtıcı inançların etkisiyle bozulmuş bir toplumdan kimse ıslah umamaz. 

İnanç ıslah edilirse, diğer her şey ıslah edilebilir. Çünkü insan bedeniyle değil, ruhuyla insandır.

Daha sonra bu İslam inancından; izzeti nefis, öz saygı, özgün fikir, fikir hürriyeti ve erdemler dışında her konuda insanların eşitliği ortaya çıktı.

İslam, inançlarını başka hiçbir dinde bulunmayan bir şekilde açıklamıştır. Nitekim, hak dinlerin çoğuna bakarsanız, Yaratıcı'nın niteliklerini çok az açıkladıklarını görürsünüz.

İkinci yönü: Ruhların arınma yoluyla ıslahını, hayat sisteminin teşrihi yoluyla ıslahıyla birleştirir. Oysa çoğu din hayat sistemine hiç değinmez. Hatta bazıları değinse bile hakkını vermez. Aksine, ilgilerinin çoğu vaaz ve ibadete ayrılmıştır. Kur'an, bu iki ıslahı birden fazla ayette birbirine bağlamıştır. 

Yüce Allah şöyle buyurur:

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Nahl suresi 16.97 Erkek veya kadın, kim mü'min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.

Üçüncü husus: Delilleri ortaya koymada uzmanlaşması, muhataplarıyla çeşitli yollarla münakaşa etmesi ve hükümlerini, muhataplarının ruhlarının derecelerini de göz önünde bulundurarak, teşvik ve korkutma yoluyla açıklamasıdır. 

İçlerinde bilgin ve hikmet sahibi olup ancak delil ve delille ikna olan, inatçı olup ancak münakaşa ve hitabetle alıkonulan, zühd sahibi olup Allah katında olanı istemeye alışmış, inatçı olup ancak korkutma ve uyarmalarla azgınlığından alıkonulan kimseler vardır.

Dördüncü husus: Tüm insanlığa genel bir çağrıyla geldi. Ve bu, daha önce hiçbir dinde yapılmamış bir şeydi. 

Kuran'da Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَمٖيعًا الَّذٖى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْيٖ وَيُمٖيتُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذٖى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهٖ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Araf suresi 7.158 (Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."

Buhari'nin sahih hadisinde Hz. Peygamber:

وفي الحديث الصحيح في البخاري: ((أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ قَبْلِي)) فذكر ((وَكَانَ النَّبِيُّ يُبْعَثُ إِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً، وَبُعِثْتُ إِلَى النَّاسِ عَامَّةً))،

"Bana, benden önce hiç kimseye verilmeyen beş şey verildi." buyurulmuştur. Şöyle buyurmuştur: "Peygamber, özellikle kendi kavmine gönderildi. Ben ise bütün insanlara gönderildim." Buyurdu:

Yüce Allah, bütün peygamberleri zikretmiş ve onları kendi kavimlerine gönderdiğini belirtmiştir.

Nuh'un yeryüzündeki bütün insanlara bir elçi olup olmadığı konusundaki fark, tufandan sonra yeryüzündeki insanların Nuh'un ümmetiyle takipçileriyle ümmeti ile sınırlı kalmasından kaynaklanmaktadır. Tufanın tüm yeryüzüne yayıldığını söyleyenlere göre, Yüce Allah'ın şu sözlerini ayetini görmüyor musun:

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِهٖ اِنّٖى لَكُمْ نَذٖيرٌ مُبٖينٌ

Hud suresi 11.25 Andolsun, biz Nûh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."

Nuh zamanında yeryüzünde yaşayanların, Nuh'un yurduna dahil olanlar olma ihtimali vardı. Nuh’un çağrısının evrenselliği amaçlanan bir şey değil, bir sonuçtu.

Dördüncü husus: Kalıcılıktır. Hiçbir elçi peygamber, şeriatının kalıcı olduğunu iddia etmemiştir. Aksine, hiçbir elçi veya kitap yoktur ki, içinde kendisinden sonra gelecek bir elçinin peygamberin müjdesini bulamasın.

Beşinci husus: Hükümlerin dallanıp budaklanmasını en aza indirmektir. Aksine bunların aslına inmek ve dallanıp budaklanmayı müçtehitlerin irşadına bırakmaktır. Ebû İshak eş-Şâtî, Yüce Allah'ın şu ayetinin tefsirinde bunu şöyle açıklamıştır: 

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطٖيرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِى الْكِتَابِ مِنْ شَیْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

Enam suresi 6.38 Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler. 

Öyle ki hükümler her zaman için geçerli olsun.

Altıncı husus: Dinlerin emirlerinin amacı, bunlara uygun hareket etmeyi mümkün kılmaktır. Ahlak ilkelerinde doğru eğitim, kötü düşüncelerin ruhlara girmesini engelleyerek ruhlara ulaşan eğitimdir. Çünkü kötülükler, ruhlara sızarsa, yok edilmesi zor veya imkânsızdır. 

Kanunlar insanları doğrudan emirlerine uymaya zorlar. Bu yüzden İslam da insanları iki şekilde iyiliğe zorlamıştır. Doğrudan bir yol ve bozulmaya yol açan sebepleri engelleme yolu. 

İslam'ın hükümlerinin çoğu bu türdendir. Ve bunların şüpheli meselelerle kastedilenler arasında olduğunu düşünüyorum.

Bir hadiste Hz. Peygamber: 

في حديث: ((إِنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ))؛ [البخاري ومسلم].

       “Helaller bellidir, haramlar da bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır.” Buyurmuştur. [İmam Buhari ve İmam Müslim rivayet etmiştir.]

Yedinci husus: İnsanlara karşı şefkattır. Hatta onları çıkarlarını gözetmeye teşvik etmektir. Yasa koymayı sadece çıkar türüyle sınırlamak ve bu yasa koymanın yumuşak bir üslupla yapılmasını şart koşmaktır. 

Kur'an'da Allah Teala şöyle buyurdu:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذٖى اُنْزِلَ فٖيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَنْ كَانَ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Bakara suresi 2.185 (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

Sahih hadiste Hz. Peygamber: 

وفي الحديث الصحيح: ((أَحَبُّ الدِّينِ إِلَى اللَّهِ الحَنِيفِيَّةُ السَّمْحَةُ))؛ [البخاري] 

((Allah katında en sevimli din, hoşgörülü ve dosdoğru olan dindir.)) Buyurdu. [İmam Buhari rivayet etti.] 

((وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَدٌ إِلَّا غَلَبَهُ))؛ [البخاري]، 

Ve ((Hiç kimse dinine aşırı yüklenmezse, mutlaka din onu yener.)) Buyurdu. [Buhari rivayet etti.]

Önceki yasalar sıkı sıkıya uyulması gereken yasalardı. Dolayısıyla, belirli dönemlerdeki milletlerin sertliğini hesaba kattıkları ve doğanın inceliğine ve insanlığın ulaşması gereken anlayış ilerlemesine uygun olmadıkları için hayatta kalmaya uygun değillerdi.

       Sekizinci Husus: İslam'da şeriat ve otoritenin harmanlanması, onun özelliklerinden biridir. Yasama, millet için bir hukuk tesis etmekten başka bir anlam ifade etmez. 

İktidar ve hükümet tarafından korunmayan bir hukukun ne değeri vardır? Hükümet ve Şeriat harmanlanarak, Şeriat'ın yayılması ve milletin eylem ve düzen içinde birleşmesi mümkündür.

Dokuzuncu husus: Dinin esaslarının açık olmasıdır. Kur'an'ın şeriatın kesin hükümlerini çıkarabilecek şekilde tekrar etmesi, şeriatın önceki kitap ehli arasında meydana gelen yanlış yorum ve tahriflerden bozulmalardan ari temiz olmasıdır.

       Allah Teala şöyle buyurdu.

اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ

Al-i İmran suresi 3.19 Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

İlmin gelmesi, elçileri ve peygamberleri tarafından getirilen vahiydir. Çünkü "geldi" kelimesi, Yüce Allah'tan alınan bilgiyi ifade eder. Yani onlara gelen bilgi, onları murad edilen şeyde ihtilaf etmekten alıkoymak içindi. Fakat onlar yanlış yaptılar ve Allah'ın hidayet gönderme amacına aykırı davrandılar. 

Anlamı şudur: Ehl-i Kitap'ın ihtilafı, hakikati ve bilgisini bilmemelerinden değildir. Bilakis doğru bilgiden kaynaklanmaktadır. Aksine, onları ihtilafa sürükleyen, fitnelere, savaşlara ve dinin kaybına sebep olan şey, zulüm ve hasettir. 

Zira her grup, liderliği ve dünyevi dinî otoriteyi başkalarından ayrı tutarak kendisinde görmek istiyor. Ve böyle yaparak dünyevi din işlerini bozuyordu. Bu, Müslümanların en iyi asırlardan sonra da içinde bulundukları bir insanlık âdetidir. Ve tarih buna şahittir.

İmam Ebu Hayyan “El-Bahr-ül Muhit” kitabında şöyle diyor: “Kendilerine ilim geldikten sonra” Demek.[Al-i İmran: 19]

İslam'a uymalarının, inancında ittifak etmelerinin ve onunla amel etmelerinin sebebi nedir? Fakat aralarında meydana gelen haddi aşma, haset ve liderliği tekeline alma yüzünden ilim yolundan ve ahlâkından kör oldular. Gerçekleri görmediler.

Ve her biri İslam'a aykırı bir istikamette ilerleyerek sonunda ona uyan bir önder oldular. Ve böylece ilimleri olduğu halde dalalete düşenlerden oldular.

Ayette geçen "Aralarındaki kıskançlıktan" ifadesi, içlerinden bazılarının birbirlerine kıskançlık duymaları, bu yüzden birbirlerine olan kıskançlıkları, kinleri ve düşmanlıkları nedeniyle hak konusunda ayrılığa düştüler anlamına gelir. 

İçlerinden bazıları, birbirlerine olan kinlerini, doğru olsalar bile, tüm söz ve davranışlarında birbirlerine karşı düşmanlığa dönüştürdüler. Her biri, "Dininiz batıldır" dedi. Dağıldılar ve parçalandılar.

Bu, onların durumlarını anlatmanın garip bir yoludur. Sebebini açıklayan ve bunun dışında görünen diğer sebepleri geçersiz kılan, aynı zamanda o dönemde üzerinde bulundukları dinin durumu ile farklılıklar açısından arasındaki tezadı gösteren bir ifadedir.

Buna benzer olarak Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesi de vardır:

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فٖيمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فٖيهِ اِلَّا الَّذٖينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِهٖ وَاللّٰهُ يَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ

Bakara suresi 2.213 İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

       Allah Teala’nın şu ayet-i kerimesi de vardır. 

وَمَا تَفَرَّقَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُ

Beyyine suresi 98.4 Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

Kendilerine kitap verilenlerin ihtilafına, kendi aralarındaki ihtilaf da dahildir. Yani her dinin mensuplarının dinleri hakkında ihtilaf etmeleri, örneğin Musa'dan sonra Yahudilerin birden fazla kez ihtilafa düşmeleri ve Süleyman'dan sonra iki krallık. İsrail Krallığı ve Yahuda Krallığı olarak ihtilaf etmeleri ve bu iki krallığın her birinin diğerinin dininden farklı bir dine sahip olması gibidir. 

Aynı şekilde, Hristiyanların Mesih meselesi ve dinin ritüelleri konusunda ihtilaf etmeleri de aynıdır. Onun "aralarında" ifadesi bir "suçluluk" durumudur. Yani aralarında yaygın bir suç olmasıdır. Öyle ki her grup diğerine karşı taşkınlık etmiştir.

Bu, İslam konusunda aralarındaki anlaşmazlığı da kapsar. Bazıları "Bu haktır" derken, bazıları da "Ümmîlere indirildi" dediler. Bir grup inkâr etti. Bir grup da münafık oldu. Bu husus, Yüce Allah'ın şu sözüne en uygun olanıdır:

 ﴿ إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإسْلامُ ﴾.

"Şüphesiz Allah katında din İslam'dır." 

       Bu ayet, pek çok manayı içinde barındıran harikulade bir üslupla kaleme alınmıştır: 

Bunlar arasında, dinde, yani dinin esaslarında ihtilafa karşı bir uyarı ve dinin amacına aykırı olmayan manalar aramanın gerekliliği, Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkan ihtilaflardan bir ders vardır.

Bu, Ehl-i Kitap arasındaki ihtilafların, hakikati öğrenme araçlarının varlığına rağmen ortaya çıktığını ve bu durumun onların dini yanlış anlamalarına bir işaret olduğunu vurgulamayı da içerir. Bir uyarı niteliğindedir.

Ayrıca Ehl-i Kitap arasındaki ihtilafların iki tür olduğunu da vurgular.

Bunlardan biri: Her milletin dininin geçerliliği bakımından diğerinden farklı olmasıdır. 

Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَیْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَیْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فٖيمَا كَانُوا فٖيهِ يَخْتَلِفُونَ

Bakara suresi 2.113 Yahudiler, "Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller" dediler. Hıristiyanlar da, "Yahudiler bir temel üzerinde değiller" dediler. Oysa hepsi Kitab'ı okuyorlar. (Kitab'ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah verecektir.

İkincisi: Bu milletlerin her biri arasındaki farklılıklar ve farklı mezheplere bölünmüş olmalarıdır. 

Hadiste belirtildiği gibi:

كما جاء في الحديث: ((افْتَرَقَتِ الْيَهُودُ عَلَى إِحْدَى أَوْ ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَتَفَرَّقَتِ النَّصَارَى عَلَى إِحْدَى أَوْ ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً)) 

       "Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya, Hıristiyanlar da yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldılar."

Bu hadis, Müslümanları yaptıklarıyla ilgili uyarmaktadır. (Yani Yahudiler ve Hiristiyanlar gibi fırkalara ayrılmayın.)

Bunlardan biri, aralarındaki farklılıkların, bazılarının diğerlerine zulmetmesinden kaynaklandığıdır.

Bunlardan biri de, âlimleri ve hahamları tarafından meşruiyeti apaçık ortada olmasına rağmen, kin ve haset sebebiyle İslam'a karşı çıkmayı ve ondan yüz çevirmeyi kabul etmeleridir. 

Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ وَاِنَّ فَرٖيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Bakara suresi 2.146 Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَ

Bakara suresi 2.147 Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!

       Ayni şekilde Allah Teala şöyle buyurdu:

وَدَّ كَثٖيرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ اٖيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

Bakara suresi 2.109 Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir. 

Yani: Onlar İslam'dan döndüler. Dinlerinde kalmaya kararlıydılar. Ve size gelen hidayetin hak olduğu kendilerine açıkça belli olduktan sonra, size gelen hidayetten dolayı kıskançlıklarından dolayı sizi tekrar şirke veya kendi dinlerine uymaya döndürmek istediler.

Ayetin yapısının bu anlamlara imkân verebilmesi için, farklılığın nesnesi bu ayette çıkarılmıştır:

اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ

Al-i İmran suresi 3.19 Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

"Kendilerine kitap verilenler ihtilafa düştüler."

Bu, aralarındaki tüm ihtilafları kapsar: Bir kısmının aynı din konusunda birbirlerine muhalefet etmesi, her dinin mensuplarının başka bir dinin mensuplarına muhalefet etmesi ve hepsinin dinin geçerliliği konusunda Müslümanlara muhalefet etmesidir.

Önceki ümmetler arasında olduğu gibi bu ümmet içinde de bu ayrılık vardır. Bazı âlimlerin birbirleriyle ihtilafa düştüğünü, sonra da bu ihtilafı gönül ayrılığına dönüştürdüklerini görüyoruz. 

Böylece kalpler ihtilafa düşer ve dağılır. Kim böyle ise, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibidir.

Ayette geçen “Ve kim inkâr ederse”:ifadesi. Bu, Allah’ın ayetlerine inanmayan herkes için geneldir. Ve Kitap Ehlinden ayrı düşenlere, hatta şart cümlesi onlardan sonra gelse bile, özel değildir.

Allah'ın ayetlerine inanmamak iki şeydir: "İnkar ve yalanlama" ve "kibir ve inat".

İnkâr ve yalanlama: Müşriklerin Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e yaptıkları gibi, daha önce de peygamber düşmanlarının yaptıkları gibidir.

Kibir ve inatçılık, kişinin gerçeği bilmesine rağmen kibirlenip inat etmesidir. İblis'in küfrü de böyledir. Bu iki küfür arasında bir bağlantı vardır.

 Zira inkâr eden kibirlidir. Kibirli olan ise, diliyle yalan söylemese bile, fiilleriyle yalancıdır. Zira Allah'ın emrine boyun eğmemiştir.

Allah'ın ayetleriyle demek: evrensel ve gönderdiği dini kanunu inkar etmektir.

Yani Allah’ın yarattığı tabiat kanunlarına kozmik ayetlere inanmamaktır. Yüce Allah'ın onları yarattığını inkâr etmek, Yüce Allah'ın onlara ortak olduğuna inanmak, Yüce Allah'ın onlara yardımcı olduğuna inanmak. 

Bütün bunlar, Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, kozmik ayetlere inanmamaktır.

Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلِ ادْعُوا الَّذٖينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ فٖيهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَهٖيرٍ

Sebe suresi 34.22 (Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.

Ayette geçen {Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir}: Tehdit maksadıyla söylenen bir beyan cümlesi olan şartın cevabıdır. Hiçbir şey O'nu diğerinden alıkoyamaz. Hiçbir sayıp dökmek O'nu tüketemez. 

Hız surat, zamandadır. Ve haber vermek: Zamana gelince, bu dünya ne kadar uzun olursa olsun, geçicidir. Haberin olsun. Aynı şekilde kıyamet günü hesap da çabuktur. Ona da haberin olsun. Zira Cenab-ı Hak, bütün mahlûkatın hesabını yarım gün gibi bir zaman zarfında bitirecektir. Bunun delili de Cenab-ı Hakk'ın şu ayetidir. 

اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَرًّا وَاَحْسَنُ مَقٖيلًا

Furkan suresi 25.24 O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha güzeldir.

Öğle uykusu gün ortasındadır. İşte hesaplamanın hızı. Yanı kısa zamanda hesap görülür.

Haber verme hızına gelince, kişi hesaba çekilir. Ve hakkında konuşulur. Ancak her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Yüce Allah, mü'mini kendisiyle tartışmaz. Ancak ona günahlarını itiraf ettirir ve Allah kula: "Şu gün şunu yaptın, şu gün bunu yaptın" der. Kul da itiraf eder. Ben yaptım der.

Kâfirlerin hesabı ise, yaptıklarından dolayı hesaba çekilecek ve Allah korusun, bundan dolayı rezil olacaklardır. Ve şöyle denilecektir:

Bunlarla ilgili Allah Teala şöyle buyurdu:

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اُولٰئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰؤُلَاءِ الَّذٖينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمٖينَ

Hud suresi 11.18 Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, "Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır" diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah'ın lâneti zalimler üzerinedir.

Ayet, bu ihtilaf ve sapkınlığın küfür olduğunu, çünkü onları dinlerinin temellerini çiğnemeye ve İslam dinini inkâr etmeye yönelttiğini ima etmiştir. 

Bu nedenle ayeti şöyle bitirmiştir:

اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ

Al-i İmran suresi 3.19 Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

Tehdit edicidir. Çünkü hesabı çabuk gören Allahtır. Ancak ayetlerine inanmayanların hesabıyla başlar. Ve buradaki hesap, azabın mecazi bir ifadesidir. 

Tıpkı Allah’ın şu ayeti gibidir.

اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّٖى لَوْ تَشْعُرُونَ

Şuara suresi 26.113 "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!"

"Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir" ifadesi, tehdide bir göndermedir. Çünkü hesabı çabuk olan, ancak ayetlerine inanmayanların hesabını başlatır. Buradaki hesap, "Onların hesabı ancak Rabbime aittir" (Şuara Suresi, 113) ifadesinde olduğu gibidir. İntikamın bir metaforu kinayesidir.

Ayette geçen {Eğer seninle tartışırlarsa} ifadesi, seninle tartışırlar ve seninle tevhid konusunda batıl ve çürük delillerle tartışırlar. "Haca" fiili kelimesi çoğunlukla, Yüce Allah'ın şu ifadesinde olduğu gibi, yalan yere tartışmak anlamında kullanılır:

 ﴿ وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ ﴾ [الأنعام: 80]،

{Kavmi onunla tartıştı} [En'am: 80]

Allah Teala şöyle buyurdu:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖى حَاجَّ اِبْرٰهٖيمَ فٖى رَبِّهٖ اَنْ اٰتٰیهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ اِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّىَ الَّذٖى يُحْيٖ وَيُمٖيتُ قَالَ اَنَا اُحْيٖ وَاُمٖيتُ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَاْتٖى بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَاْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذٖى كَفَرَ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ

Bakara suresi 2.258 Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da, "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

Anlamı şudur: Eğer seninle inatçı bir tartışmada tartışırlarsa.

Önce başka peygamberlerden bahsederken sonra Resulullah (s.a.v.)'e atıf yapılmaktadır. Ondan bahsetmekredir.

Ayette {Sonra "Teslim oldum" deyin}: Bunun üzerine Haccac çekişme, onlara kısa ve öz bir şekilde çaresiz durumunu gösterdi. Ve aralarında liderliği ve çıkarları korumak için bildikleri ve reddettikleri İslam'a onları çağırdı.

"Yüzümü": "Yüz" kelimesini tüm varlığı için kullanmıştır. Çünkü yüz tüm organların en şereflisidir. Ve yüz teslim olursa, diğer her şey teslim olur. 

Teslimiyet ve teslimiyetsizlik bu sayede gerçekleşir. Bu nedenle kul, Rabbine en yakın olduğu an secde halindedir. Çünkü en şerefli organını ayaklarının dayandığı yere koyar.

"Allah için" şu anlama gelir: İbadetimi tek Allah'a adadım. Ortağı, dengi, oğlu ve hanımı yoktur. Buradaki "yüz" kelimesi "niyet" anlamına gelir. 

Dolayısıyla, bir kişi yüzünü Allah'a teslim ederse, Allah'ın kendisine emrettiği her şeyi kabul ederse, emrettiği her şeye uyar ve yasakladığı her şeyden kaçınırsa, yüzünü Allah'a teslim etmiş olur.

İşte benim yolum budur. Ve onu size tebliğ etmekle em rolündüm.  Size tebliğ ettim. Ve elimde bundan başka bir şey yoktur.

       Allah Teala şöyle buyurdu: 

لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰیهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَاءَ وَجْهِ اللّٰهِ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

Bakara suresi 2.272 Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.

Allah Resulü (s.a.v.) ile tartışanların, onlara cevap vermek için fazla çaba harcamalarına gerek olmadığıdır. Çünkü apaçık bir mesele hakkında tartıştıkları belirtilmektedir. 

Bu yüzden Allah, Resulullah'a: "Yüzümü Allah'a teslim ettim" demesini emretmiştir. Eğer teslim olursan, artık bu senin hakkındır iyiliğinedir. Eğer teslim olmazsan, artık bu senin sorumluluğundur kötülüğünedir.

Bundan şu sonuç çıkar ki, eğer birisinin sizinle sadece bir iddiayı desteklemek için tartıştığını biliyorsanız, hatta bu iddia yanlış bile olsa, onu görmezden gelip, "Ben Allaha şuna inanıyorum" ve "Ben buna teslim oluyorum" diyebilir. 

Ve onu rahat bırakabilirsiniz. Çünkü o inatçı ve dik başlıdır. Ve sizin onunla tartışmaya veya çekişmeye girmenize layık değildir.

Mesele şu ki, ayet bir ihmal ve tartışmayı reddetmedir. Yani, size daha fazla açıklama sunabilecek kapasitede olmadığımı ve mümkün olan en geniş argümanı delili sunduğumu kabul ettim. Ancak ikna olmadınız. 

Dolayısıyla, bu sizi ikna etmiyorsa, daha fazla teorik kanıt delil eklemenin bir faydası yoktur. Benimle olan tartışmanız inatçılıktan, apaçık ve esas olanı inkâr etmekten ve övünmekten başka bir şey değildir. Bu yüzden daha fazla delili eklemekten ilave etmekten kaçınmam daha iyidir.

İmam El-Fakhr şöyle demiştir: Haklı olan, yalancı bir inatçının saldırısına uğradığında şöyle der: Ben hakka itaat ediyorum. Kurtubî de bu yorumu ben hakka itaat ediyorum yorumunu tercih etmiştir. 

Bunun, delillerin bir özeti ve onları ikna etme girişimi olduğu söylenmiştir. Ebû Müslim el-İsfehani şöyle demiştir: Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler, şeriatlarında yapılan bazı eklemeler dışında, Hz. İbrahim'in dininin sahihliği konusunda ittifak halindeydiler. 

Tıpkı Allah'ın, elçisine Hz. İbrahim'in dinine uymasını şu sözüyle emretmesi gibidir. Allah Teala şöyle buyurdu:

ثُمَّ اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ اِبْرٰهٖيمَ حَنٖيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ

Nahl suresi 16.123 Sonra da sana, "Hakka yönelen İbrahim'in dinine uy. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi" diye vahyettik. 

Burada, Hz. İbrahim'in aynı sözüyle insanlarla tartışmasını emretmiştir: İbrahim şöyle demiştir:

اِنّٖى وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذٖى فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنٖيفًا وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكٖينَ

Enam suresi 6.79 "Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim."

Muhammed de şöyle demiştir: "Ben yüzümü Allah'a teslim ettim." 

Yani, Allah'ın dediğini söyledim. Ve siz de bunun doğruluğunu kabul ediyorsunuz. Öyleyse benim hak üzere olduğumu nasıl inkâr ediyorsunuz? Buyurdu ki: Bu, farzlara bağlı kalmaktan kaynaklanan bir durumdur. 

Ve Allah’ın şu buyruğunun kapsamına girer:

اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ

Nahl suresi 16.125 (Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

Hz. İbrahim’in "Ben yüzümü Allah'a teslim ettim" sözü, İslam'ın özünü ve ilkelerini içeren, insanların onun gizli anlamlarını düşünmeleri, sapmış olanların hidayet bulmaları ve Müslümanların dinlerinde yakınlık kazanmaları için sunulan kapsamlı bir ifadedir.

İslam'ın anlamlarına dair kapsamlı bir açıklama içermektedir. Böylece tartışma kolaylaşır. Tartışma kısalır. Ve şüphecilerin bu gerçeğe kendilerini sunmaları kolaylaşır. Böylece hangi dinde olduklarını bilebilirler.

Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bu kelime, bu dinin isminin hakikatini gösterdiğini, isminin İslam olduğunu ve onların dilinde teslimiyet ve teslimiyet manasına geldiğini göstermektedir.

İbn Aşur şöyle demiştir: Ruhun Allah'a teslim olması, O'na teslim olması ve O'nun mülkü haline gelmesi anlamına gelir. 

Öyle ki ruhun tüm eylemleri Allah'ın rızası içindir. Bunun altında İslam'ın özünü oluşturan birçok anlam vardır. Bunları on tane ile sınırlıyoruz:

Birinci anlamı: Allah'tan başkasına ibadet etmeyerek, Yüce Allah'a tam bir kulluk etmektir. Bu, şirkin ortadan kalkmasıdır. Çünkü Allah'a ortak koşan, kendini teslim etmemiş, fakat kendinden bir parçayı teslim etmiştir.

İkinci anlamı: Kişinin Allah rızası için yaptığı işte ihlaslı olmasıdır. Yaptığı işte Allah'tan başkasını düşünmemesi, Allah'ın razı olmayacağı işleri yapmamak, gösteriş yapmamak, Allah'tan başkasını razı etmeyi Allah'ın rızasına tercih etmemesidir.

Üçüncüsü: Sözde Allah Teâlâ'ya karşı ihlaslı olmaktır. Allah'ın razı olmayacağı bir şeyi söylememek ve Allah'ın izin verdiğinden başka bir şey söylememektir. 

İşte bu, kişinin yetenek ve bilgisine göre iyiliği emredip kötülükten alıkoyması ve Allah Teâlâ'nın rızasını savunmak için delillere karşı çıkmasıdır ki, bu, İslam'ı diğerlerinden ayıran bir özelliktir. 

Bu anlamda nifak ve dalkavukluk da defedilmiştir. 

Allah Teâlâ, Resûlü'nü zikrederken şöyle buyurmuştur: 

قُلْ مَا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَا اَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفٖينَ

Sad suresi 38.86 (Ey Muhammed!) De ki: "Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim."

Dördüncüsü: Kişi, Allah Teâlâ'nın insanlardan ne istediğini bilmeye çalışmalıdır ki, amellerini ona uygun şekilde yürütebilsin. Bu, kendisine Allah tarafından gönderildiklerini bildiren elçilerin peygamberlerin davetini dinlemek, onun doğruluğunu tefekkür ederek ve batıl iddialardan ayırarak onu almakla olur. 

Onu inkâr etmeye heves etmemelidir. Daveti almakta inat etmemelidir. Hevesle ondan yüz çevirmemelidir. Yani insanları susturmalıdır. Böylece Allah'ın mahlûkat hakkındaki iradesini bilmek onun için bir hedef olur.

Beşincisi: Doğru sadık peygamberlerin bildirdiği gibi Allah'ın emrettiklerine uymaktır. Yasakladıklarından kaçınmak ve bunları değiştirmeden, tahrif etmeden sürdürmek ve değiştirmek isteyen herkese karşı onu korumaktır. 

Altıncısı: Allah'ın hükmünde kendini Allah ile beraber hakem yapmamalıdır. Allah'ın emrettiği şeylerin bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmeye çalışmamalıdır. 

Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَاِذَا دُعُوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَرٖيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ

Nur suresi 24.48 Aralarında hüküm vermesi için Allah'a (Kur'an'a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir.

وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَاْتُوا اِلَيْهِ مُذْعِنٖينَ

Nur suresi 24.49 Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler.

Allah Müslümanları ayeti ile şöyle tarif etmiştir:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبٖينًا

Ahzap suresi 33.36 Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.

Kâfirler, ölü bir kimsenin dirildiğini görmedikleri için öldükten sonra dirilişe inanmaktan vazgeçtiler.

Yedinci: Kafasının karışık olduğu şeyde Allah'ın iradesinin bir gereği olması ve bu konuda Allah'ın iradesine uyması gerekir. Bunu, Allah'ın iradesi olduğunu bildiği şeye kıyasla mükemmel karşılıklarıyla birlikte dahil ederek ister. 

Tıpkı Yüce Allah'ın şöyle buyurduğu gibidir.

وَاِذَا جَاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِهٖ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰى اُولِى الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذٖينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَلٖيلًا

Nisa suresi 4.83 Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.

İşte bu yüzden İslam âlimleri, dini anlama ve gayret gösterme hükmünü, Yüce Allah'ın şu buyruğunda emredilen takvanın kapsamına almışlardır:

فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَطٖيعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهٖ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Teğabun suresi 64.16 O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Sekizincisi: Dinde çirkin arzulardan yüz çevirmek ve din hakkında delilsiz konuşmaktan kaçınmaktır.

Allah Teala şöyle buyurdu:

فَاِنْ لَمْ يَسْتَجٖيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَاءَهُمْ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰیهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ

Kasas suresi 28.50 Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah'tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.

Dokuzuncusu: Milletin fertlerinin, topluluklarının ve diğer milletlere olan muameleleri, Yüce Allah'ın bu muamelelerden murad ettiği istediği şekilde olmalıdır.

Onuncusu: Bizden gizlenen şeylere, Allah'ın sıfatlarına, kaderine ve kazasına dair bize bildirdikleri şeylere ve Allah'ın mutlak tasarruf sahibi olduğuna iman etmektir.

Ayette geçen "Kim bana uyarsa": ifadesi benim dinimde, benim söylediğimi ve iman, söz ve amel-davranış olarak getirdiğimi söyler. Resûlullah'a -Allah ona salat ve selam etsin- sahih bir şekilde ümmet olmanın alameti, kendisine: "Allah'ın Resûlü buyurdu" denildiğinde, sözlerinin, kendisine: "Allah buyurdu" denildiğinde sözlerinin aynı olması ve kendisine: "Allah'ın Resûlü şöyle yaptı" dendiğinde, onun amellerinin başkasının amelleri gibi olmamasıdır. İşte tâbî olmanın gerçek anlamı budur. 

       Bu Allah Tealanın şu ayetinde beyan ettiği gibidir.

قُلْ هٰذِهٖ سَبٖيلٖى اَدْعُوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَصٖيرَةٍ اَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنٖى وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكٖينَ

Yusuf suresi 12.108 De ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim."

Ayette geçen {Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki:} ibaresi bu, başka ayette geçen {sizinle çekişmekte olduğunuz} vav'ın şunları kapsadığını gösteren şeylerden biridir: Bunlar; Yahudiler, Hristiyanlar -Necran Hristiyanları da dahil- ve ümmî Arap müşrikleridir.

 Bunlara "ümm" denmesinin sebebi, çoğunun cahil olması ve içlerinden çok azının okuma yazma bilmesiydi. Zira İsmail (a.s.)'den sonra kendilerine hiçbir peygamber gelmemişti. Bazıları da, Varaka b. Nevfel gibi, Hristiyanlardan ilim -yani ilahî mesajların bilgisini- almışlardı.

Ayette geçen"Teslim oldunuz mu?" ifadesi buradaki soru bir emir anlamına geliyor: Kitap verilenlere Yahudilere, hiristiyanlara ve ümmîlere deyin ki: Teslim olun. Müslüman olun. Bu, Yüce Allah'ın şu sözü gibidir. 

Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ اِنَّمَا يُوحٰى اِلَیَّ اَنَّمَا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Enbiya suresi 21.108 De ki: "Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslüman oluyor musunuz?"

       Yani hemen Müslüman olun.

Denildi ki: Bilakis, ayetten kastedilen, onların akılsızlar olduğunu söylemesidir. Yani: Bu açıklama ve izahtan sonra Müslüman mi oldunuz, yoksa henüz anlamamış ve manası apaçık ortada olduğu halde Müslüman olmamış akılsızlar mısınız? Bu mana, ilk manadan daha beliğdir. Daha açıktır.

Müşriklere gelince, onların Allah'tan uzaklığı apaçık ortadadır. Hıristiyanlar ise İsa'yı ilahlaştırdılar ve Meryem'i Yüce Allah'ın bir dostu edindiler. İşte bu, onların yüzlerini Allah'a teslim etmelerinin geçersizliğinin temelidir. Müslüman olmamalarının temelidir. 

Çünkü onlar, Allah ile birlikte Allahtan başkasına ibadet ettiler. Ve yönetici milletleri ve hükümdarları dost edindiler. Dinlerini, kendilerini memnun edecek ve onların gözünde itibar kazanacak şekilde kurdular. Değiştirdiler.

Yahudiler ise, Allah'a ortak koşmasalar bile takva esaslarını çiğnediler. Peygamberleri küçümsediler. Bazılarını öldürdüler. Allah'a iyilik çağrısıyla alay ettiler. Hükümleri kendi heveslerine göre değiştirdiler. 

Peygamberleri yalanladılar. Ve hahamları öldürdüler. Bu insanlar nasıl Allah'a teslim olabilirlerdi? Müslüman olurlar? Bunun en büyük engeli, Muhammed (s.a.v.)'i, doğruluğunun delillerini dikkate almadan inkâr etmeleridir.

Ayette geçen {Eğer teslim olurlarsa, işte onlar doğru yolu bulmuşlardır.} ifadesi Eğer "Yüzümü Allah'a teslim ettim" Müslüman oldum ifadesinin gerçek anlamına kendilerini adarlarsa, işte onlar doğru yolu bulmuşlardır. 

Geriye sadece, Allah'tan kendilerine ilettiğin şeyi almak için sana uymaları kalır. Çünkü bu, yüzünü Allah'a teslim etmenin ilk anlamıdır. Müslüman olmaktır.

Anlamı şudur: Eğer samimiyetle Allah'a teslim olurlarsa Müslüman olurlarsa ve Resûlullah'a -Allah ona salât ve selâm etsin- zahiren ve bâtınen uyarlarsa, Müslüman olurlarsa o zaman kurtuluşa ermiş ve hidayet yoluna girmiş olurlar. Çünkü hidayet iki kısımdır: 

Hidayet, bir yol göstermektir. Bu evrenseldir. 

Yüce Allah şöyle buyurur:

اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشٖيرًا وَنَذٖيرًا وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا فٖيهَا نَذٖيرٌ

Fatır suresi 35.24 Şüphesiz biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.

Yüce Allah her ümmeti yol göstererek hidayete erdirmesi gereklidir.

Başarının rehberliği: Bu, her zaman ve her mekânda ihtiyaçlarına göre İslam'ın hidayetine mazhar olanlara özgüdür. Hidayet ve muvaffakiyetle hidayet bulan kimse, övgü ve takdire lâyıktır.

       Hidayet ve işaretle hidayet bulan ilk kimse ise, hakikati bilmek demektir. Eğer bu kimse hakikatten saparsa, hakikati bilmeyen birinden daha şiddetli bir şekilde kınanır.

Ayette geçen (Ve eğer yüz çevirirlerse): İslam'dan yüz çevirirler ve onlara zahiren ve batınen itaat etmezlerse, o zaman sen ey Muhammet tebliğ görevini peygamberlik görevini yerine getirmiş olursun.

Ayette geçen {Sana düşen sadece tebliğdir.} Öyleyse ey Muhammet üzülme ve onların hidayetten uzak durmalarını ve senin onları İslam'a döndürmeyi başaramamanı, senin ihmalkârlığından ileri geldiğini sanma. Zannetme.

Zira sen sadece tebliğ için gönderildin. Kendilerine tebliğ edilenlerin hidayetine nail olmak için değil. Onların hesabı Allah'a aittir. Ve dönüşleri de Allah’adır.  Allah, dilediğini hidayete erdirir. Dilediğini de saptırır. Bunda Allah’ın hikmeti ve apaçık delilleri vardır.

Allah'ın mesajlarını peygamberliğini ve şeriatını, Allah'ın bu vahyin bilgisini verdiği kişilere, Allah Resulü'nden -Allah ona salat ve selam etsin- sonra tebliğ etmekle yükümlü olduğunu, tebliğcinin sadece tebliğle yükümlü olduğunu, kişinin kendisinden bekleneni yapıp başkalarının yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmayacağını ifade eder.

Ayette geçen {Allah, kullarını hakkıyla görendir.} Yani: Allah, onların hakkından haberdardır. Onları mükafatlandıracak olan Allah’tır. Emredildiğin şeyi tebliğ ettiğini peygamberik görevini yerine getirdiğini de bilir. Hidayeti ve sapıklığı hak edenin kim olduğunu da Allah bilir. Allah bilir.

لَا يُسْئلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْئلُونَ

Enbiya suresi 21.23 O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar. 

Bu, yalnızca Allah’ın hikmeti ve rahmeti sayesindedir.

Buradaki ayetteki görme, gözün görmesi ve bilginin görmesi anlamına gelir. Yüce Allah, kullarını (görme yoluyla) her şeyi görür. Onların hiçbir hali Allaha gizli kalmaz. (İlim yoluyla da): Onların halleri kulların halleri Allaha gizli kalmaz.

İbn Kesir şöyle demiştir: Bu ve benzeri ayetler, Hz. Peygamberin -Allah'ın salatı ve selamı onun üzerine olsun- tüm yaratılışa yönelik misyonunun peygamberliğinin evrenselliğinin en açık göstergelerindendir. 

Bu, dininden açıkça anlaşıldığı gibi, Kur'an ve Sünnet'te birden fazla ayet ve hadiste de belirtilmiştir. Bunlar arasında Yüce Allah'ın şu ayeti de vardır.

Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَمٖيعًا الَّذٖى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْيٖ وَيُمٖيتُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذٖى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهٖ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Araf suresi 7.158 (Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."

Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

تَبَارَكَ الَّذٖى نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِهٖ لِيَكُونَ لِلْعَالَمٖينَ نَذٖيرًا

Furkan suresi 25.1 Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân'ı indiren Allah'ın şanı yücedir.

İki Sahih'te Buhari ve Müslim’de ve başkalarında ve çok sayıda hadisle sabit olduğu üzere,

وفي الصحيحين وغيرهما، مما ثبت تواتره بالوقائع المتعددة، أنه بعث كتبه -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- يدعو إلى الله ملوك الآفاق، وطوائف بني آدم من عربهم وعجمهم، كتابِيِّهم وأمِّيِّهم، امتثالًا لأمر الله له بذلك.

Hz. Peygamberin -Allah ona salât ve selâm etsin- ufuklardaki hükümdarları ve Âdemoğullarının bütün gruplarını, Arap ve Arap olmayanları, Ehl-i Kitap olanları ve ümmi olanları Allah'a çağıran kitaplarını, Allah'ın kendisine emrettiği şekilde gönderdiği ifade edilmektedir.

       Abdurrezzak, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 

وقد روى عبدالرزاق عن أبي هريرة -رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ- عن النبي -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- أنه قال: ((والَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لا يَسْمَعُ بِي أحَدٌ مِنْ هَذِهِ الأمَّةِ يَهُوديّ وَلا نَصْرَانِي، ومَاتَ وَلمَ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أرْسلتُ بِهِ، إلا كان مِنْ أَهْلِ النَّارِ))؛ [رواه مسلم].

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten, ister Yahudi olsun ister Hıristiyan, beni işitip de benimle gönderilene iman etmeden ölen her kişi mutlaka cehennem ehlinden olacaktır." [Hadisi Müslim rivayet etmiştir]

       Hz. Peygamber -Allah ona salât ve selâm etsin- şöyle buyurmuştur: 

وقال -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: ((بُعِثْتُ إلَى الأحْمَرِ والأسْودِ))؛ [أحمد]، وقال: ((كَانَ النَّبيُّ يُبْعَثُ إلَى قَوْمِه خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إلَى النَّاسِ عَامَّةً))؛ [البخاري].

       “Ben kırmızı ve siyaha gönderildim.” [İmam Ahmed] Yine şöyle buyurmuştur: “Peygamber özellikle kendi kavmine gönderilirdi. Ben ise bütün insanlara gönderildim.” Buyurdu. [Hadisi İmam Buhari rivayet etti].

       İmam Ahmed, Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, 

وروى الإمام أحمد عن أنس -رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ-: أن غلامًا يهوديًّا كان يَضع للنبي -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- وَضُوءه ويناوله نعليه، فمرض، فأتاه النبيُّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فدخل عليه وأبوه قاعد عند رأسه، فقال له النبي -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: (يا فُلانُ، قُلْ: لا إله إلا الله) فَنَظَرَ إلَى أبيه، فَسَكَتَ أبوه، فأعَادَ عَلَيْهِ النَّبِيُّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-، فَنَظَرَ إلَى أَبيهِ، فَقَالَ أبُوهُ: أطِعْ أبا الْقَاسِم، فَقَالَ الْغُلامُ: "أشْهَدُ أن لا إلَهَ إلا الله، وأَنَّكَ رَسُولُ اللهِ"، فَخَرَجَ النَّبَيُّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- وَهُوَ يَقُولُ: ((الْحَمْدُ للهِ الَّذِي أخْرَجَهُ بِي مِنِ النَّارِ))؛ أخرجه البخاري في الصحيح.

Yahudi bir çocuk Peygamber (s.a.v.)'e abdest suyu hazırlıyor ve ayakkabılarını uzatıyordu. Çocuk hastalanınca Peygamber (s.a.v.) yanına geldi ve babası başucunda oturduğu sırada yanına girdi. Peygamber (s.a.v.) çocuğa: "Ey filan adam! De ki: Allah'tan başka ilah yoktur." Buyurdu. Çocuk babasına baktı. Fakat babası sustu. Peygamber (s.a.v.) aynı şeyi ona tekrarladı. Çocuk babasına baktı. Babası: "Ebû'l-Kâsım'a itaat et." dedi. Çocuk: "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur." dedi. "Allah'tan başka ilah yoktur. Ve sen Allah'ın Resulüsün." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) dışarı çıktı ve: "Çocuğu benim elimle ateşten çıkaran Allah'a hamdolsun." dedi. Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. 

 

Tercüme Tarih: 10.Eylül.2025 

Tercüme Eden: İbrahim SIRMALI 

(Emekli Müftü, İcazetli) 

Yayın Tarihi: 28.02.2024 

Okuyan:Dr. Halid el-Neccar 

Danışman:Dr. Saad bin Abdullah El-Hamid 

https://www.alukah.net/sharia

dan alıntıdır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —